Türkiye'de belediyelerle yani yerel yönetimlerle ilgili toplumun hafızasında hiç değişmeyen derin bir "yolsuzluk" algısı var. İmar tadilatlarının rant ekseninde yapıldığı, ihalelerin yakın çevreye verildiği hep bilinen ve söylenen şeyler.
Kısaca topluma göre, yerel kaynaklar, siyasi erk tarafından saydam olmayan bir biçimde kullanılıyor.
Bu gerçek büyük çoğunluk tarafından biliniyor.
Biliniyor ama en basiti sık sık kaldırımların değiştirilmesine, yolların delik deşik edilmesine öfkelense de, ne yapacağını pek bilemiyor.
Sadece 5 yılda bir sandık başına giderek bu rahatsızlığını oylarıyla dile getiriyor ama sonucu da pek değiştiremiyor. Ve yerel sistem "gelen gideni aratır" mantığıyla hep devam ediyor.
Şimdi yeni bir yerel seçime doğru gidiyoruz.
Bu seçimlerin ana ekseninde de "yolsuzluk" iddiaları var. Herkes önümüzdeki yerel seçimlerin, "saydamlık" açısından yeni bir başlangıç olup olmayacağını merak ediyor.
Aslında AB süreciyle birlikte içeride ve dışarıda bu konularda ciddi bir duyarlılık gelişti.
Ayrıca içinden geçtiğimiz süreçte IMF ve uluslararası finans kuruluşları da mali saydamlığa daha fazla vurgu yapıyor. Yani artık sadece merkezi hükümetler değil, yerel yönetimler de hesap verebilir, saydam bir yapıya kavuşmak zorunda.
Biz oralı olmasak da dış dünya bize bunu dayatıyor.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Doğrusu geçmişe göre son yıllarda yerel yönetimlerin kamu kaynaklarını daha verimli kullandığı biliniyor ama bu yerel yönetimlerin şeffaf olduğu anlamına gelmiyor.
Çünkü hala yerel yönetimler, toplumdan alınan kaynakların nereye nasıl kullanıldığı konusunda hesap verebilir bir durumda değil.
Hesap soracak sivil toplum örgütleri de yok.
Yerel parlamento denilen belediye meclisleri ise neredeyse etkisiz durumda...
Başkanlardan çıt çıkmamıştı
Bir süre önce yerel yönetimler konusunda yetkin isimlerden biri olan Prof. Dr.Fikret Toksöz 'le bir araya geldik.
Toksöz 'e yerel seçimlere giderken toplumun neyi talep etmesi gerektiğini sordum. Cevabı kısaydı:
"Tek bir şey: Saydamlık..."
Cevap tek kelimeydi ama hayata geçirilmesi belki de en zor şeydi. Çünkü Türkiye'de kimse hesap vermekten hoşlanmıyordu. Daha önce bu köşeden birkaç kez belediye başkanlarına "Mal beyanlarını açıklasınlar" diye çağrıda bulundum.
Bu çağrıya tek cevap veren kimdi biliyor musunuz?
Son dönemlerde tartışmaların odağında yer alan Çankaya'nın CHP'li belediye başkanı Muzaffer Eryılmaz ... O da gizli konuşma kayıtlarıyla medyanın gündemine taşınmaktan kurtulamadı.
Prof. Toksöz, saydam yönetimin, yerel demokrasiden geçtiğini belirterek şöyle diyordu:
"Demokratik yönetimlerde siyasal gücün bireyden saklayacağı hiçbir şey olamaz. Demokrasi saydam yönetimdir. Sır kültürü ise, kötü yönetim, her koşulda yetersizlik, yozlaşma ve yolsuzluk demektir."
Türkiye'de yerel yönetimlerin saydam olması için Prof. Toksöz AB'ye yeni üye ülkelerde denenen bir yöntemi öneriyordu. Toksöz şöyle diyordu:
"Son yıllarda Polonya'da uygulanan ilginç bir yöntem var. Sivil toplum önderleri ve uzman kişilerden oluşan bir heyet tüm belediyeleri saydamlık sınavına çağırıyor. Sınavı başarıyla geçenler medyadan halka açıklanıyor. Zorlama yok. Gönüllü bir kampanya bu. Biz de bunu başlatabiliriz."
İlginç değil mi?
Acaba bizde böyle bir kampanya başlasa kaç belediye başvurur?
Yerel seçimlere giderken belediye başkan adaylarının dikkatine sunulur.