İstanbul'un ve İstanbullu'nun denizle ilişkisi ne yazık ki iyi değil. İstanbullu, 'İçinden deniz geçen şehir' de yaşamasına rağmen, o denizden yararlanmadığı gibi, denizi ölüme sürüklediği de bir gerçek. Oysa bu doğa harikasında neler yapılmaz ki...
Şimdi çevrenize şöyle bir bakın. Deniz kirli. Kirli olmasa girilebilecek yer var mı? Yok...
Bırakın kıyısından denize girmeyi, sandalla çıkacağınız doğru dürüst iskeleler, yatların barınacağı alanlar bile yok. Bu konuyu yazmaya karar verdiğimde, kiminle konuşabilirim diye araştırdım. Böyle bir yetkili de yok. Büyükşehir mi, ilçe belediyeleri mi, yoksa Milli Emlak mı? Yine sahipsizlik sözkonusu. Ortada vahim bir durum olduğu kesin. Deniz Sivil Toplum İnisiyatifi Üyesi Ali San, bu vahim durumu şöyle anlatıyor: "Şehir yönetim bu konuda hiç bir şey yapmıyor. Bir kaç kez yerel belediyelerle, Büyükşehir ile temas kurmaya çalıştık hep burun üstü düştük. Bu nedenle de Topbaş'la görünmeye yeltenmedik. Sahiller doldurulduğu için hepsi Milli Emlak'a bağlı. Belediye başkanlarımız daima bunun arkasına saklanıyor."
Ali San, şehir yönetiminin ilgisizliği nedeniyle İstanbullu'nun denizle bağının gelişmediğine dikkat çekiyor: " Çocukluğumuzda Kalamış'ta, Caddebostan'da, Boğaz'da, Haliç'in birçok yerinde semt iskeleleri vardı. Bir çoğu tahrip edildi.
Sahil yolları yapılırken mecburen dolgu alanlarının altında kaldı kayboldu gitti. Berlin'de bakıyorsunuz devletin denetiminde olan 200'e yakın yer var. Araba gibi bağlıyorsunuz, bırakıp gidiyorsunuz. Ayrıca barınak meselesi çok önemli. 67 milyarlık küçük tekne almanız mümkün ama nerede saklayacaksınız. Yani her keseye uygun bir marina yeri yok " Bunlar, denizle ilişkimizi zayıflatan somut fiziksel engeller. Bir de bu işin bürokratik boyutu var. İşin belki de en ürkütücü yanı bu.
Ali San anlatıyor: "Denize çıkmamamız için her şey yapılmış. Ulaştırma, Sağlık ve Maliye Bakanlığı'nın denizciler için koyduğu 17 madde var. Sahil Güvenlik istese tek tekne bile denize çıkamaz. Herkes korkuyor çok ağır ceza ve koşullar var." Ortadaki manzara bu. Halkı denizi sevmiyor, sevenleri iskele ve barınak bulamıyor, bulanları ise sayısız yasal prosedürle uğraşıyor. İşte İstanbul'un denizle ilişkisi bu.
Peki bu durum İstanbul'a ne kaybettiriyor? Ali San bu gerçeği şu sözlerle anlatıyor:
"Bırakın parasal kaybımızı manevi açıdan bile çok şey kaybediyoruz. Avrupa'daki şehirlere baktığımız zaman, hafta sonları şehre yüzlerce tekne geliyor. İstanbul'a baktığınızda hafta sonu denizde en fazla 10 tekne görürsünüz. Bizim isteğimiz, tekne sayısı çoğalsın, denizciler artsın, denizlerimiz şenlensin."
İşin bir de turizm boyutu var. Ali San bu konuda çarpıcı bir örnek veriyor: "Bizim gönüllülerimizden birinin eşi İspanyol. İstanbul'a geldiği zaman İspanya kralını Atatürk Havalimanı'ndan alıp, Yeşilköy'den tekneye bindirip, Boğaz'ı gezdirmeyi planlamışlar, ama yapamamışlar. Çünkü, havalimanından tekneye bindirecek, sahil boyunca, Adalar'da, Boğaz'da tekneyi yanaştırabileceğiniz, insan indirip bindirebileceğiniz veya yarım gün bağlı bırakabileceğiniz yer yok."