Her yağmur ya da kar yağdığında İstanbullu korku yaşıyor. Hangi semti sel basacak, hangi yol kapanacak beklentisi İstanbullu'nun psikolojisini derinden sarsıyor.
Ama İstanbullu'nun psikolojisini sarsan sadece yağmur ya da kar değil, bir de taksiciler gerçeği var.
'Bu da nereden çıktı?' demeyin. Zaman zaman bu köşede yazdık " Taksiler eski model ve pislik içinde, taksiciler eğitimsiz ve İstanbul'u bilmiyorlar" diye.
Bu kadar olsa iyi. Bir de müşteri almıyorlar... İşte İstanbullu'yu çileden çıkartan taksici marifetleri!..
* Taksicilerin kısa mesafelerde müşteri almaması veya insana küfreder gibi davranması.
* Yağmurlu havalarda bulunmaması veya önünüzden boş geçmesine rağmen durmaması.
* Trafiğin yoğun olduğu saatlerde müşterinin taksi değil, taksicilerin müşteri seçmesi...
Peki buna karşı müşteri ne yapabiliyor? Müşterinin hiçbir hakkı yok. Şikayet edeceği bir mercii de yok. İstanbul gibi bir kentte, kamu hizmeti yapan bir taksicinin 'Benim özel arabam, istersem çalışmam" deme hakkı var mı? Böyle diyebilen bir şoföre, uygulanabilecek bir cezai müeyyide var mı? Örneğin, bir banka veya bir restorant sahibisiniz, kurallara aykırı bir iş yaptığınızda, ya lisansınız ya da ruhsatınız iptal edilir. Peki taksi plakası sahibi olarak, kurallara aykırı bir iş yaptığınızda ne oluyor? Taksiyi kullanan şofürün müşteriye kötü davranmasının bir karşılığı var mı? Hayır yok.
Taksi sahibi aldığı plakayı ömür boyu kullanabilir, hiçbir sorumluluğu yok... Çünkü, bir çok alanda olduğu gibi bu sektörde de işin sahibi yok . Aslında kentin sahibi yok.
İstanbul'da 18 bin 600 taksi plakası var . Bugün bir taksi plakasının fiyatı 300 milyar civarında. Büyük bir rakam, büyük bir sektör...
Kime niçin taksi plakası verildiği belli değil? Bunun bir standardı yok.
Standardı olmayan bir sektörde, taksilerin ve taksi şoförlerinin standardı olur mu? Olmaz kuşkusuz. Oysa işin özü taksi plakası sahipliğinde saklı. Çünkü, arabanın kalitesini, konforunu, şoförün niteliğini belirleyen plaka sahibi... Eğer, İstanbul'a 10 milyon turist gelmesini istiyorsanız ve İstanbul'un dünya metropolleri arasında yerini almasını istiyorsanız işe plaka sahipliğini yeniden düzenlemekle başlamalısınız.
Bugün İstanbul'da yüzlerce plakaya sahip kişilerden söz ediliyor. Böyle bir şey olabilir mi? İşin içine mafya boyutu da katılınca ortaya insan malzemesi zayıf, arabaları demode bir 'taksici dünyası' çıkıyor.
Ve geçimden çok, kâr amaçlanıyor. Oysa çağdaş dünya kentlerinde ölçü, iş sahipliği esasına göre yürütülüyor . İşin sahibi bizzat şoförlük yaptığı için, hem arabasına bakıyor, hem de müşterisine iyi davranıyor. Yani müşterisine 'velinimet' gözüyle bakıyor.
Bu konuyu tartışmaya devam edeceğiz.