15 Temmuz'un birinci yıldönümü kabir ziyaretleriyle, yürüyüşlerle, mitinglerle hatırlandı, anıldı.
Yakın tarihimizin hem en uzun hem de en kısa gecesiydi.
Trajedilerin kurbanı olmaktan bıkmış, destanların kahramanı olmaya karar vermiş bir halkın adeta tarihin derinliklerinden çıkıp geldiğine şahit olduk o gece.
Adına terör eylemi, kalkışma, isyan, başarısız darbe girişimi ya da işgal teşebbüsü, ne derseniz deyin... Makineler, zırhlar, namlular sokaklara bembeyaz bir bulut gibi yayılan cesur insanların inanmış kalplerini korkutamadı.
Milletimiz bu hayasızca akına göğsünü siper etti. Namusunu çiğnetmedi. Yurdunu katillere teslim etmedi.
Cumhurbaşkanının liderliğinde, asker ve polis içindeki vatanseverlerle birlikte, çıplak elleriyle açtılar güneşin perdesini.
O gecenin üzerinden tamı tamına bir yıl geçti. Darbeye karıştıkları düşünülen zanlıların önemlice bir kısmı yakalandı. Haklarında davalar açıldı, yargılamalar başladı.
Bu süreçte yazılı ve görsel medyada hem o geceyi hem de öncesini ve sonrasını anlatan binlerce, on binlerce haber yayımlandı.
Maalesef bunların bir kısmı gerçeğin ortaya çıkarılmasından çok gizlenmesine hizmet ediyor.
Okurlarda kafa karışıklığına yol açıyor.
Nasıl mı?
Şöyle: Belli ki karşımızda amacına ulaşmak için her türlü dalavereyi mubah gören bir örgüt var. Yaşadığımız ve şahit olduğumuz olaylar bunu ortaya çıkardı.
Yıllar boyunca sahte bir kişilikle yaşamış insanlardan söz ediyoruz. Gözlerini kırpmadan yalan söylüyorlar.
Vatandaşı oldukları ülkenin insanlarının üzerine ateş açacak kadar canavarlaşmışlar.
Hal böyleyken, bu gerçek gün gibi aşikârken, darbe zanlılarının ifadelerini hiçbir süzgeçten geçirmeden, başka ifadelerle ve kayıtlarla karşılaştırmadan, çapraz sorgulamaya tabii tutmadan, teyit ve tasdik mekanizmalarını sonuna kadar kullanmadan çarşaf çarşaf yayımlamanın ne anlamı var?
Bunu yapmak medyayı darbecilerin sözcüsü haline getirme riski taşıyor.
Hep söylediğim gibi... Gazetecilik dava dosyalarını okumaktan ibaret değildir.
Gazeteci iddianameyle ya da savunma metinleriyle kayıtlı değildir.
Kendi araştırmasını yapması gerekir.
15 Temmuz'un sene-i devriyesinde maalesef halen bunun eksikliğini az da olsa hissediyoruz.
***
İş akışı önemli
İş akışı bütün kurumlar için olduğu gibi gazeteler için de önemli.
Haber değeri nasıl tayin edilecek? Haber hangi aşamalardan geçerek sayfaya girecek? Bu aşamalarda neler yapılacak? Yol nasıl kısaltılabilir? Hatalar nasıl azaltılabilir?
Pek çok uluslararası kongrede bu konunun tartışıldığına şahit oldum. Maalesef bizde o kadar da önemsenmiyor. İşler 'kara düzen' devam ediyor.
Önemsenmeli! Çünkü yapılan bazı basit hataların nedeni iş akışındaki çarpıklıklar.
Sözgelimi... 26.06.2017 tarihli 'Çocuğumu Dövdün' Cinayeti başlıklı haberin ilk cümlesi şöyle:
"İstanbul Esenyurt'ta Hüseyin B.'nin çocuğu bir sitenin güvenlik görevlisi Nihat Deniz'den dayak yedi."
Olaylar gelişiyor ve ertesi gün Nihat Deniz, Hüseyin B. tarafından bıçaklanarak öldürülüyor.
Gazeteye ulaşan okurlar Hüseyin B.'nin oğlunun Nihat Deniz tarafından dövülmediğini, Nihat Deniz'in o gün nöbetçi olmadığını söyledi. Yani Nihat Deniz, Hüseyin B.'nin oğlunun siteye alınmadığı, dövüldüğü gün orada bile değil. Ertesi gün baba Hüseyin B. kapıya geliyor ve nöbeti devralmış olan Nihat Deniz ile tartışıyor. Sopalı ve bıçaklı kavga Nihat Deniz'in ölümüyle son buluyor.
Muhabirimiz Emir Somer ile konuştum. Okurların haklı olduğunu, zaten kendi haberinde böyle bir cümle bulunmadığını söyledi. Yaptığım incelemede muhabirimizin haklı olduğunu gördüm. Onun yazdığı ve redaktörün sayfaya gönderdiği metinde bu cümle yoktu.
Gazetemizin deneyimli editörlerinden sevgili Murat Karpuz'la görüştüğümde hatanın sehven yapıldığını fark ettim. Haber sayfaya yerleştirilmek için dörtte bir oranında kısaltılmış. Gazetedeki iş yoğunluğu düşünüldüğünde bu abartılı kısaltma işlemi editörlere ayrı bir yük yüklüyor. Bu tarz kısaltmaları redaksiyon masasında yapmak daha doğru bir çözüm olabilir.
Devam edelim... Başlık, olayın akışı ve metinde geçen dayak gibi ifadeler, okurlardan gelen Nihat Deniz'in o gün nöbetçi olmadığı bilgisinin haber metninde olmaması gibi ayrıntılar editörümüzü yanıltmış.
Ertesi gün Sabah gazetesinde aynı konuyla ilgili bir devam haberi yapılmış; elde edilen video görüntüleri ve fotoğraflarla olay daha net bir biçimde anlatılmış...
Başta da söylediğim gibi bu tür hataların önüne geçmenin yolu rollerin iyi ve dengeli dağıtılması. Organizasyon şemasının yeniden yapılandırılması...
Ondan önce bu haber web sitesinde düzeltilmeli.
Hazır haberi tartışmaya başlamışken bir meseleye daha değinelim: Cinayet zanlısının soyadı açık yazılmazken, maktulün ad ve soyadının açık yazılması bence doğru değil. Özellikle geride kalan yakınları düşünüldüğünde...
***
Hepsi kahraman
"Anne ben neden haberlerde babamı görmüyorum. Yoksa benim babam şehit olmadı mı?"
Böyle diyor beş yaşındaki bir şehit kızı annesine. Adını belki de hiç duymadığınız bir şehidin, adını bilmediğiniz kızı...
Ömer Halisdemir kahramanlığı ile hadiselerin seyrini değiştirdi. 15 Temmuz destanının Hasan Tahsin'i oldu. Erol Olçok ve oğlu Abdullah pek çoğumuzun tanıdığı, takdir ettiği insanlardı; o gece birer kutup yıldızına dönüştüler. Mustafa Cambaz sevdiğimiz bir meslektaşımızdı, içimiz daha bir yandı.
Şehit olanların, yaralananların içinde arkadaşlarımız vardı. Haliyle haber yaparken, yazı yazarken onlar ön plana çıktılar.
Fakat unutmayalım. O gece şehit olanların ve yaralananların hepsi aynı fedakârlıkla ve kahramanlıkla vatan savunmasına katıldılar. Bazılarına olan yakınlığımız ve hayranlığımız diğerlerini ihmal etmemize yol açmamalı.
Şehitler ve gaziler birer sayıya dönüşmemeli. Hepsi hatırlanmalı, anlatılmalı, hiçbiri unutulmamalı. Kabul etmek gerekir ki Sabah gazetesi bu mevzuda kadirşinas davrandı. Yurt sathına yayılan muhabirleri ile hepsine olmasa da ailelerin büyük çoğunluğuna ulaştı. Şehit ve gazilerin hikâyelerini yıl boyunca anlattı.
Yeri gelmişken... 15 Temmuz haftasında gazetenin önünde kurulan dev ekran da beğenilen bir uygulamaydı. Orada da isimler ve olaylar gün boyunca aktı. Kutluyorum.