Türkiye'nin en iyi haber sitesi
OKUR TEMSİLCİSİ İBRAHİM ALTAY

Basın iş kanunu değişmeli

Gazetecilik doğası gereği sürekli değişen bir meslek... Temel ilkeleri ve öncelikleri değişmiyor belki ama yapılış biçimi ve araçları değişiyor. Bundan çok değil 15 yıl önce bütün konuşmalar 'küreselleşen dünyada' diye başlıyordu. Artık kimse bunu ayrıca vurgulamaya gerek bile duymuyor.
Ulaşım, iletişim ve bilişim alanında yaşanan değişmeler dünyayı parmaklarımızın ucuna getirdi.
Bundan 25 yıl önce özel televizyonlar büyük bir yenilikti. Şimdi sadece Türkiye'de ve sadece 'tv' uzantılı internet sitelerinin sayısı iki bin civarında. Türk basınının önemlice bir kısmı 'serbest gazetecilik' kavramını bile tam anlamıyla idrak edememişken, şimdilerde 'vatandaş gazeteciliği' tartışılıyor.
Peki, bu baş döndürücü 'de facto' yapısal dönüşüm sürecinde basın çalışanlarını ilgilendiren kanun metinleri nerede duruyor?

212 karmaşası
Şüphesiz çok gerilerde bir yerde...
Gazetecilerin 212 olarak bildikleri 5953 sayılı kanun ilk olarak 1952 yılında çıkmış. 1961 yılında yapılan değişikliklerle bugüne kadar taşınmış. Kısaca Basın İş Kanunu olarak adlandırabileceğimiz bu metnin kabul edildiği tarih 'Çalışan Gazeteciler Bayramı' olarak kutlanmış.
Kanunda kıdem tazminatı, izin hakkı, askerlik, gebelik, ihbar süreleri, peşin ücret gibi konularda gazetecileri, diğer işçilerden farklı kılan hükümler var. Nedeni gazeteciliğin 'fikri çalışmanın bedenen çalışmaya galip geldiği' bir meşgale olarak görülmesi. Ne kadar ayrımcı, kategorize edici ve arkaik; değil mi? Sanki başka hiçbir meslek erbabı çalışırken kafasını kullanmıyor. Meslektaşlarımız kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda birbirlerine "İki yüz on ikin var mı" diye sorarlar. 40 ulusal ve yüzlerce yerel gazetenin bulunduğu, sayısız derginin çıktığı bir ülkede bu kanuna bağlı olarak çalışanların sayısı 10 bini geçmez çünkü. Üstelik bu on binin içinde bulunan bazı kimselerin de gazetecilik namına ne yaptığı bilinmez. Çoğunluk 4857 sayılı İş Kanunu'na tabidir.
Tuhaf değil mi?

Ezoterizmin cazibesi
Ne zaman gazetecilerin çalışma koşulları ve sosyal güvenceleri gündeme gelse bu tartışma başlar. Birileri "Kanun çok iyi ama uygulamada sorunlar çıkıyor" der. 'Patronların acımasızlığı, sermayenin doğal kötülüğü' tezleri girer devreye. Oysa bir kanunun uygulanmasında sorun çıkması o kanunun sorunlu olduğunu gösterir.
Kötü bir kanundan kaynaklanan ontolojik sorunlar katı denetleme tedbirleriyle çözülemez. Kanunun eksik ve gedikleri yargı içtihatlarıyla giderilemez. Toplumsal ve sektörel gerçeklere uygun olmayan bir kanun redaksiyonla düzeltilemez. Kelimeleri, cümleleri ya da maddeleri değiştirmek işe yaramaz, mantığı ve sistemi değiştirmek gerekir.
Meslektaşlarım kızacaklar ama söylemek zorundayım. Pratikte hem gazetecilerin çok az bir kısmını kapsayan hem de uygulanmasında anlaşmazlıklar olan bu kanunu bir kazanım olarak görmek ve değiştirilmemesinde ısrar etmek bana anlamlı gelmiyor.
Kanuni ezoterizmin cazibesine kapılmaya gerek yok. Çünkü, mevzi kazanırken savaş kaybedilebilir. Taktik değil stratejik, palyatif değil sistematik değişikliklere odaklanmalıyız. Sadece bizim odalarımızın, sendikalarımızın ya da federasyonlarımızın değil bütün meslektaşlarımızın haklarını aramalıyız. 'Yeni' meslektaşlarımızı "Bunlar da nereden çıktı" diyerek yadırgamamalıyız.

Gazeteciyi tanımlamak
Vurgulamak ve tartışmaya açmak istediğim bazı hususlar şunlar:
Yasama organından ve idareden başlayalım. Artık yasa koyucular ya da idare kimin gazeteci olduğunu tanımlayan metinler yazmaktan ve bunları mevzuata dönüştürmekten vaz geçmelidir. Doğru olan anlamaya çalışmaktır. İlle de bir tanım yapılacaksa bu, kişi değil eylem olmalıdır.
Öncelikle eylem en geniş kapsamıyla belirtilmeli ve bu eylemi düzenli olarak, ücret karşılığı yapanlar hakkında mevzuat hazırlanmalıdır. İnternet gibi yeni medya alanları ve 'freelancer' olarak da adlandırılan 'serbest' gazeteciler kapsam dışında bırakılmamalıdır.
Toplumda bir iş bölümü ve rol dağılımı mevcut. Gazetecilik de bu iş bölümünün bir parçası. Unutmayalım; bütün meslekler toplumsal işleyiş bakımından önemlidir. Kimse "Benim işim önemsiz ve değersiz" demez.
Hazırlanacak yeni mevzuat sosyal adalet duygusunu zedelememeli, diğer mesleklerle gazetecilik arasında uçurum oluşturmamalıdır. Tartışmalar imtiyazlar değil haklar üzerinden yürütülmelidir.
Şüphesiz her mesleğin kendine göre gerekleri, incelikleri ve zorlukları var. Bu çerçevede gazeteciye ayrıcalıklar değil mesleğini yapmasına yardımcı olacak araçlar verilmelidir. Bu yapılırken toplumsal denge bir zümre ya da meslek grubu lehinde bozulmamalıdır.

Uzlaşma zemini
Kabul edelim. Basın İş Kanunu hem eski hem yetersiz hem de kafa karıştırıcı. Kimi durumlarda İş Kanunu'nun bazı maddeleri kıyasen uygulanıyor, kimi durumlarda Borçlar Kanunu'na gidiliyor. Buna gerek yok. Bana kalırsa ayrı bir Basın İş Kanunu'na bile gerek yok. Tek bir İş Kanunu olmalı; kimi Avrupa ülkelerinde hukukunda olduğu gibi gazetecilikle ilgili hükümler de onun içerisinde yer almalı.
Sadece toplumsal dengeler değil, özel olarak piyasa dengelerini de göz önünde bulundurulmalı. Teknolojik ve ekonomik dönüşüm yapısal sorunlara yol açıyor; geleneksel medyayı minimalize olmaya zorluyor. Karlılık azalırken, işsizlik artıyor. Bu çerçevede 'gazetecileri korumak' amacıyla yola çıkıp, gazeteciliği batırmak gibi bir riskle karşılaşmak söz konusu olabilir.
Büyük resme bakmak, çalışan ile işveren arasında çatışmaları azaltıp uzlaşma zemini bulmak zorundayız. Aksi takdirde bu çekişme zaten irrasyonel bir ekonomik çerçevede yürüyen basın sektörünü daha da irrasyonel ve sürdürülemez hale getirecek, bu akıntı da hepimizi sürükleyip götürecektir.
Dünyanın ve gazeteciliğin büyük bir hızla dönüştüğü günümüzde tüzüklerle çarpışacak lükse sahip değiliz.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA