Sosyal bilimler içinde yer alan ekonominin gerçekte bilim olup olmadığı dahi tartışıla dursun, toplumlar için hayati hale geldiği tartışılmaz bir gerçek... Dünyanın ve hayatın insani ve toplumsal yönlerini inceleyen sosyal bilimler arasında sayılması, ekonomiye daha farklı anlamlar yüklememize yol açar.
Misal doğal bilimlerden olan fizikte, demir atomunu ele alalım. Bu en temel birim, kendi ağırlığı veya kütle bilgisine sahip olduğunda davranışını değiştirmez, daha çabuk kaynamaz, daha erken çözülmez.
Ancak ekonominin en temel birimi insan, kendisine dair bilgi edindikçe, davranışını değiştirebilir, bir önceki konumundan farklılaşabilir, kabul ettiğini ret edebilir veya satın alacağını, satabilir. Tam da bu yüzden onu sosyal bilim kapsamında değerlendirir, beklenti yönetimini de süreçlerine dâhil ederiz.
Enflasyon ile topyekûn mücadelede beklentiyi yönetmek, son derece önemlidir.
Zira ekonominin atomları bizler, piyasadaki gelişmeler, dövizdeki oynaklık ve fiyatlarda yukarıya doğru seyir bilgisiyle, "tutum değiştiriyor" ya abartıyor veya küçümseyebiliyoruz.
Çift haneli zamanlarında enflasyon mücadelesindeki temel yanılgımız, "nimeti ve külfeti eşit dağıtma" gayretini küçümseyişimiz oldu. Toplumun bir kesimi, enflasyon külfetini bir diğerine aktarabildiği sürece, bu canavar semirdi, sabit gelirliyi, KOBİ'yi, şirketleri, aileleri yuttu durdu.
2001'deki kriz sonrası, enflasyon mücadelesindeki anahtar başarı faktörü, artık toplumdaki hiçbir kesimin, fiyat artışı külfetini bir diğerinin sırtına yükleme imkânı bulamamasıydı. Eğer bireyler, topyekûn mücadelede enflasyon külfetinden payına düşeni üstlenmeyi benimser ise fiyat artışı yavaşlar, geriler, yeniden tek hanelere iner.
Aksi halde "ben zammımı yapayım ama başkası benim satın alacağımın fiyatını artırmasın" kurnazlığına gömülür, külfeti eşit dağıtamayınca, başarıyı kaçırırız.
Bu yüzden "topyekûn mücadele" söylemi, "külfeti bir diğerine yıkamayacak" eylem paketiyle desteklenmelidir. Son söz:
Beklentiyi "söylem" oluşturur ancak gerçekleşmeyi "eylem" sağlayabilir.