Boğaziçi Üniversiteliler Derneği Genel Kurulu'nda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı dinliyoruz: "Savunma sanayiinde yerlilik oranı %15'ti. Biz bunu %65'e çıkardık." Anlamı elin silahıyla değil kendi savunmamızla şahlandığımızdır.
Nitekim terörle mücadeledeki başarımız, Fırat Kalkanı, Çatışmasızlık Bölgesi, Astana Süreci, İslam Ülkeleri İstanbul Zirvesi ve BM'deki Kudüs oylama zaferinde bu yerlilik oranının payı büyük.
Gün geçmiyor ki savunma sanayimizin yerlilik yolunda adım atılmasın... TAİ'nin milli savaş uçağı projesinde motor ve kritik sistemler için sözleşmeler imzalanacak, F-16'nın ikamesi sağlanacak. Tanktan tüfeğe, helikopterden savaş gemisine dek kendi milli filolarımızı inşa gayretimiz tam gaz...
Ancak bizim dışımızdaki dünya, boş durmuyor. Güvenliğin sınırımızın 1 karış dışında sağlandığı, hava savunmamızın ozonosfere taşındığı süreçte Türkiye, bir yandan yerlilik oranını artırırken, "yarının milli teknolojilerini" de üretmek zorundadır.
Daha geçen ay alçak yörünge uydusuna lazer topu yerleştiren ve kendi ağırlığının 10 katı yük taşırken parende dahi atabilen robot teknolojilere on milyarlarca dolarlık yatırım yapan fonları yazmıştım.
Uzay ve havacılık gibi kritik alanlarda yerlilik, ekonominin diğer sektörlerinden daha hayatidir. Kendi milli uydumuzu yapmak, gerek şart idi. Ancak bu milli uyduyu yerli roketle fırlatmak, yeter şart olmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün söylediği, "Boğaziçi Üniversitesi milletin değerlerine yaslanamadığı için hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır" sözleri, bizi uzaydan tarıma, savunmadan teknolojiye dek, topyekûn yarına taşıyacak akademik desteğin hâlâ eksik olduğunu hatırlatıyor.
Her alanda çok sesliliği destekler ve bunu zenginlik sayarız. Fakat söz konusu vatan savunması ise gereken, yerli ve milli tek sesliliktir. Zira bu coğrafyada güçlü olmak zorundayız ve bunun da dinamiği, yarının teknolojilerini bugünden inşa etmekten gelir.