Çok okuyan mı çok gezen mi bilir? Bu münazaraların kadim sorusuna, önceleri "çok gezerken çok okuyan" diye cevap verirdim. Ancak şimdi geldiğim nokta "çok merak eden..." gerçeğine dönüştü.
Son aylarda hem içeride hem de dışarıda fazlaca dolaşmanın etkisiyle, son derece kritik gelişmeleri görüyor, aktörleriyle konuşuyor ve yazılan çizileni okuyorum. Gördüğüm, fırsatların tehditlerin önünde koştuğudur.
Türkiye'nin otomobili imza töreninden sonra tanık olduklarım bana muhteşem imkânların aslında elimizin altında olduğu fakat bunları bilmiyor daha da önemlisi merak etmiyor oluşumuz yüzünden ıskaladığımız duygusunu yeşertti.
Arkadaşımız Metin Can'ın, Van'daki sosyal ve ekonomik dönüşüme dair aktardıkları, Van Gölü altındaki yeni zenginlik kaynaklarının keşfi, fauna, flora, maden, kömür, güneş, topraklarımızın tarımsal yetenekleri ve diğerleri...
İnsan zihni, algıladığından ötesini isteyemez. Allah, kabul etmeyeceği duayı kuluna yaptırmaz. Bunun şartı bilmek, merak etmek, ihtiyacı tanımlamak ve bu ihtiyacı gidermek için kafamızı kullanmaktan ibaret...
Benzer durum, kendimize ait, kişisel, kurumsal veya yöresel hazinelerimiz için de geçerli... Onları hayatla ilişkilendirmek, yeni zenginlik alanlarına dönüştürmek, gelmekte olan fırsatları, "önünü keserek" yakalamak gerekir. Zira ardından koşulan hiçbir fırsat, durup bizi beklememiştir.
Oturduğumuz yerden "bor bizde, krom bizde, fındık bizde" geyikleri çevirmek yerine, zaten bize ait olan bu hazineyi "aramak", onu bireysel, kurumsal ve ülke zenginliğine katmak gerekiyor. Ancak kendi hazineniz dahi olsa onu aramalısınız. Aksi halde darı ambarı üzerinde açlıktan ölen tavuklara döneriz.