Şehircilik Şûrası'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan "beton, demir, tuğla yığınlarından yapılar, yalnızca şehirleri değil, yaylaları ve kıyıları da işgal etmeye başladı" diyor. Karadeniz'in o güzel yaylalarında, Ege'nin Akdeniz'in kimi kıyı bölgelerinde gördüğü çirkinliklerden duyduğu üzüntüyü dile getiriyor.
Yapılaşmada olması gerekeni bulana dek yığınca hata yaptığımız doğrudur. Güzelliğine imrendiğimiz kentler dahi bu süreçten geçerek geldiler. Hata yaptılar ama aynı hatayı tekrar etmeyip, hallerini güzelleştirdiler.
Şu anda şehirlerimizde üçüncü sürüm evlerde oturuyoruz. Hatırlayın, ilki 1970'lerdeki gecekondular idi. İkinci sürüm sıvasız, çatısında demir filizleri yarım bırakılmış konutlarda yaşadık. Derken Türkiye gelişti, dış cephesi kaplı, daha yaşanılır konutlar inşa ettik.
Ancak bunu yaparken otoparkı, kamusal alanı, sosyal zenginliği ıskaladık. Şimdi inşaat sektörü, 4'üncü sürüm mimarileri deniyor. Bu noktada Cumhurbaşkanı şahsiyetsiz mimari ekollerin peşine düşme tehlikesine dikkat çekiyor.
Benim üzerinde durmak istediğim, yaylalara dair uyarıdır. Her ağustosta Kaçkar zirvelerindeki yayla kulübemden çalışırım. Yalnızca Trabzon değil, Rize, Artvin, Giresun yaylalarını da gezerim.
Gördüğüm, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın işaret ettiği dehşet betonlaşmadır. Dehşet, çünkü betonun yakışmadığı ve betonda yaşanmayacak tek yerin yaylalar olduğunu bilirim. Ormanın içinde ağacı kullanamayan, ucuz diye 2 bin metreye beton kamyonu çıkaran zihniyet...
Tıpkı şehirlerde çarpık yapılaşmayı düzeltmek için kentsel dönüşümü keşfettiğimiz gibi, yaylalar için fazla geç olmadan yerel malzemeyi kullanan ama betonu dışlayan düzenlemeler yapamaz mıyız?
Mevcut beton yapıları ahşapla kaplama zorunluluğu, yenilerini yayla mimarisine uygun ağaç malzemeden inşa etmenin yanı sıra, ormanlarımızdan kaçak kesimi de önleyen, ucuz kereste teminine yönelik yasal düzenleme öneriyorum.