Başbakan'ın Merkez Bankası ve faize dair dünkü açıklamaları, bankacılık sisteminin "tutumunu" da gündeme taşıdı. Ülke %4'lerde kalkınırken %20'lik kârları ile övünen sektörün "hırs faktörü" artık daha yoğun tartışılacak.
Küresel krizin teğet geçmesiyle "pozitif ayrışan" Türkiye'de bankacılar, faizin gerilemesiyle "komisyon ve ücret" üzerinden kazanmaya başladı.
Tıpkı Batı'dakiler gibi... Ancak bizdeki fark, Batılı bankalar verdikleri hizmeti "makul" ücretlendirirken, bizimkiler işi "bozuk para sayma ücretine" kadar götürdü.
Bir başka sıkıntı, kahvaltı masalarında "faiz kardeşliği" kurarak rekabeti bozucu adımlar atmalarıydı. Her ne kadar Rekabet Kurumu onlara kabahatlerinin %1'i kadar ceza verirse de "bizim için leblebi parası" diyecek kadar ileri gidebildiler.
Başbakan dünkü açıklamalarında "kârınız tamam da...." diyor ve devam ediyordu: "Fazla kazanma hırsı, ülkeyi yüceltme hırsının çok ötesindedir." Nitekim bu hırs, banka kredilerinin yüksek faizle tüketime yönlendirilmesiyle gayet net göründü.
Yatırım için bankanın kapısını çalana adeta yüz çeviren fakat tüketim, ihtiyaç gibi kredileri adeta ortalığa saçan bankalar, 61 kanunsuz işlemden aldıkları ücretlerle "evlatlarının başını yiyen" kurum haline geldiler.
Finansçılar, Başbakan'ın açıklamalarından mutlu olmadı kuşkusuz. Sonuçta fahiş kârları mercek altına geldi. Bugün devreye giren yeni tüketici yasası ile haksız işlemlerin önüne set çekme gayreti var. Fakat henüz Resmi Gazete'de mürekkebi kurumadan bazı bankaların bu yasayı delme çalışmaları başladı bile.
Hakem heyetlerini devre dışı bıraktıran bankalar, onları denetlemek için kurulmuş BDDK'yı da bir bakıma kendilerine yönelik eleştirilere karşı kalkan gibi konuşlandırdılar. Burada Başbakan'ın çağrısını yineliyorum: Türkiye ekonomisi bankalar olmadan olmaz. Ama bu zihin yapısındaki bankalarla hiç olmaz.
Sonuçta ülkenin kalkınma derdi vardır ve keser gibi sürekli kendine yontan bankaların bu kâr hırsı, yarınımızı ipotek altına alan en temel tehlikelerden biridir.