Hayatımızda, hiçbir işe yaramadığı halde sürekli üretilen istatistikler vardır. Bunlardan biri de "bir kişilik iş yaratma maliyeti" verisidir.
Hazine'nin teşvik belgesine bağlanan yatırımlarının toplamını alıyorsun, bu yatırımlar sayesinde yaratılacak istihdama bölüyorsun ve bir kişiye iş yaratmanın maliyetine ulaşıyorsun.
Mesela son veri, Hazine'nin teşvikli toplam 8 milyar 374.8 milyon TL tutarındaki 794 yatırım projesi kapsamında 30 bin 789 kişilik istihdam yaratılacağı varsayımından türetildi.
Buna göre yaratılacak her bir kişilik istihdam başına ortalama 272 bin TL'lik yatırım gerekiyor. 5 milyon 322 bin işsizimiz olduğu düşünülürse, 1 trilyon 448 milyar lira gerekecek ki bu rakam geçen yılki milli gelirden yüzde 52 fazla.
Yer demir, gök bakır.
Bu istatistiğe bakan, içini karartmasın da ne yapsın?
Hiçbir şey söylemediği halde hâlâ üretilen bu rakama bakıp bir yere varmak mümkün değil. Fakat hâlâ üretilir ve ekonomi sayfaları da sanki bir işe yarıyormuş gibi bunu yayınlar.
Sorsanız amaç; bu rakamın yükselmesi halinde o sektörde veya yıldaki yatırımların istihdam yaratma kabiliyetini anlatıyor derler.
Teşvik belgesine bağlanan türden yatırımlardan yola çıkarak belki bölgelere göre istihdam yaratmanın farkı hakkında bir fikir edinmek mümkün ama o da yatırımların yöresel karakterini ortaya koymaktan başka işe yaramaz.
Mesela Güneydoğu'da bu rakam nispeten daha makul iken Karadeniz bölgesinde iş yaratmanın maliyeti çığırından çıkabiliyor.
Sorun şu ki istihdam yaratmayan her yatırım, ülkenin başına bela olageliyor.
Bundan önceki dönemde 3 yıllık orta vadeli program ile "istihdama dayalı büyüme" stratejilerini hatırlıyorum. Türkiye büyümüş ama istihdama dayandırılamamıştı. Bugün 5 milyonu aşkın işsizin yarıdan fazlası "kriz telaşı" ile kapıya konulanlar olsa dahi, geçmişten gelen alışkanlıklar yüzünden gerek kamu ve gerek özel sektör; istihdam yaratmada pek iştahlı olamadı.
Şimdi ortada bir yandan "alın, verin ekonomiye can verin" diyen işsizleri dışlayan patronlar ile "kriz bitiyor, kapıya koyduğum nitelikli çalışanı nereden bulacağım" diye düşünen patron modelleri var.
Yerel seçim sürecinde artan ve bugün de hâlâ varlığını sürdüren meslek edindirme kurslarına bakıyoruz; ortalığın, sertifika zengini işsizlerle dolduğunu görüyoruz.
Güneydoğu'da özellikle kadına yönelik pozitif ayrımcılığın da etkisiyle bu kurslara gitmiş elinde 5'e yakın sertifikası olan fakat hâlâ bir işi olmayan insanlar görüyoruz.
Sorun, yeni iş yaratma noktasında patronların da tıpkı eski anlayışın temsilcisi kamu bürokratları gibi düşünmesinden kaynaklanıyor.
Son teşvik paketinin istihdam yaratmaya yönelik detaylarını aktardığımızda "devletin istihdam üzerine getirdiği yükler" türküsünü diline doluyorlar. Burada istihdam üzerindeki yüklerin "hâlâ yüksek" olduğu aşikâr.
Fakat patronlara "neden hâlâ istihdam açmıyorsun?" sorusunu yönelttiğimde gelen cevapların bileşkesinde "mümkünse çalışanın parasını devlet ödesin" demeye getiriyorlar.
Böyle bir ekonomik model olabilir mi?
2001 krizi ardından topyekûn istihdam seferberliği günlerinde verilen sözleri hatırlıyorum. Mesela 1.5 milyon işletmenin sivil toplum örgütü TOBB'un, işsizliği eritmek için geliştirdiği "her işletme fazladan 1 istihdam sağlasın" kampanyası, daha sonra defalarca hatırlatmaya rağmen unutturuldu.
Başbakan dahi TOBB'a bunu hatırlatmasına rağmen patronlar, cebimizde kalan son kuruşları, kredi kartlarındaki son limitleri de ele geçirmeyi tercih etti.
Alın satın ekonomiye can verin kampanyalarıyla, evde kaya gibi oturmayın alışverişe çıkın diye bas bas bağırırken, "yanımıza da kovduğunuz işsizlerimizi alsak" diye önermiştik.
Dayanışma aidatı ödemediği için sendikanın ilgisinden, cebinde stoklardaki tapon malları alacak parası olmadığı için TOBB'un dikkatinden uzak olan işsizlere bir de "size iş yaratmak dünyanın parası" demenin ne âlemi var?
Madem bu kadar akıllı adamlarız, yeni iş yaratmanın alternatif yollarını bulmak için bir araya gelsek ve şu "istihdam yaratmak zor iş" geyiğini terk etsek, daha hayırlı bir şey yapmış olmaz mıyız?