Ekonomi sayfalarında her ay düzenli olarak yayımlanan haberler vardır. Açlık sınırı, yoksulluk sınırı, ölüm sınırı gibi... Birileri bu bilgileri üretir, biz de bunları kullanırız. Başlıkları da genelde aynıdır.
Misal; "Temmuz'da açlık sınırı 738 TL, yoksulluk sınırı 2.404 TL oldu."
Başlıkta değişen yalnızca rakamlardır. Haberin içeriği de "4 kişilik ailenin sadece beslenme için..." diye başlayan bilgiyi içerir.
Bu rakamları Türk-İş ile TÜİK üretir.
Devletin resmi ama gayri ciddi rakamları, genelde Türk-İş'in "sınırlarının" çeyreğini geçmez.
Bu iki kurum, arada "sınır çatışması" da yapar. Türk-İş'in daha yüksek olan rakamlarına muhalefet bayılır. Neticede meydanlarda konuşulacak mevzu üretilmiştir.
Sendikaların ürettiği rakamları fazla bulan TÜİK, kendini daha bilimsel tanımlar. Memur sendikaları ise TÜİK'in rakamlarına "ölüm sınırı" adını takar ve bu "bilimsel yarış(!)" her aybaşı tekrar edilir.
Biri çıkıp da "bu rakamlar ne işe yarıyor?" diye sormaz.
Dışarıdan bakınca "ekonomik ve sosyal göstergelerde" çok fazla detaya inilmiş ve "toplumun dinamiklerini çok boyutlu ölçecek düzeye gelmişiz" diye sanabilirsiniz. Asgari ücretin tespitinde kullanılıyor desek, değil.
Ekonomik denge modellerine veri üretiliyor desek, o da değil.
Tıpkı "ağlaya ağlaya" zengin olmayı adet haline getiren işadamı STK'ları gibi.
Emeğin haklarını savunuyor görüntüsü, böylesi "boş ve işe yaramaz" rakamları ürettirir, bizler de kullanırız.
Söz bilgi üretiminden açılınca, ister istemez, üretilen bilginin niteliğine ve faydasına bakmanın şart olduğunu düşünüyorum. Ancak bunu yaparken, belki bir zamanlar işe yaramış fakat bugün artık hiçbir fayda sağlamayan "bilgi üretimini" de sorgumak gerekiyor.
TÜİK'in istatistik yelpazesine bakın: İş dünyası, ekonomi bürokrasisi, karar vericiler ve akademik dünya, bu istatistiklerin ne kadarını kullanıyor dersiniz?
Elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz misali... Üretilen bilgiler ya "zaten yayımlandığında" eskidir veya "yayımlandığı sitede" dahi bulamazsın.
Çoğu kez Türkiye için üretilmiş bilgileri, yabancılardan öğrenmek, daha kolay ve güvenilir olabilmektedir.
İşsizlik konusunda dahi, birbiriyle çelişen rakamlar ortalıkta uçuşur. Bunlardan hangisiyle yola çıkacağını bilemezsin. Ekonomideki değişimi izlemek adına bu rakamlara itibar edeyim desen, bir sonraki dönemde "veri güvenliği" garanti edilmediğinden şaşırır kalırsın. İşsiz olanları adamdan saymayan sendikalar, "işi olmayanın dayanışma aidati ödemediğinden midir bilinmez" bu alanda veri üretmeyi aklına dahi getirmez.
Ama "açlık , yoksulluk, ölüm" gibi ajite kavramlara kolay "sınır" çizer. Biz de "kimin ne işine yarıyor" demeden kullanır dururuz. Birimiz tutup "ücretler, yoksulluk vs" gibi araştırma yapmaya kalksak, çalışmamızda kullanabileceğimiz nitelikte veriye ulaşamayız. Zira ortada bir matematik yoktur, duygusal, lakayt uydurmalar vardır.
Acaba kaç işsizim var diyecek olsan, güvenebileceğin bir rakama varamazsın.
Yasa gereği kayıt zorunluluğu olan ticaret ve sanayi odaları dahi, kendine bağlı işyeri sayısını bilmez.
Gerek metodolojisi ve gerek disiplini sayesinde nitelikli veri üreten bazı sivil toplum örgütlerinin gayretlerini görünce, minnet duyuyorum. Zira nitelikli bilgi ihtiyacını görmüş ve hakkıyla karşılamışlardır.
Ancak işi "emek" olan, çalışma hayatının uzmanlık merkezi gibi davranması gereken kurumlar, asli işlerini yerine getirmezler.
Saygınlıklarını sürdürmek adına yaptırdıkları çalışmalara baktıkça, "açlık sınırı şu kadar" gibisinden "hiçbir şey söylemeyen" çıktıları görebiliyorsunuz.
Oysa yalnızca istihdam ve sendikalaşma alanında binlerce soru işaretiniz vardır ve her biri, "nitelikli cevabı" haketmektedir.
Biri çıkıp da şu açlık sınırını bana açıklasa minnettar olacağım.
Bu bilgi ile açlarımız ve yoksullarımız için "yaygara yapmak" dışında hangi politikaları üretebildik?
Ekonomisi kayıt dışında ve gerçek bilgiye kayıtsız olunca, kayda değer istatistik üretmek de mümkün olamıyor.