Yedinci Sanayi Kongresi'nde yenilikçilik ve buluşçuluk odaklı rekabet avantajlarından söz ederken akla bir soru geliyor; Neden taklitten öteye gidemiyor ve teknoloji üretemiyoruz?
Bir şeyi önemli olmaktan öncelikli olmaya taşımıyorsanız, unutun gitsin. Türkiye'nin bilimsizliği de bu kuralın kapsama alanına giriyor kuşkusuz.
"Göçebe Türkler neden bilim üretemiyor?" gibi son derece rahatsız edici sorunun cevabını ararken, ortaya atılan düşüncelerin temelinde yatan da bu olgu zaten; Türkiye, bilimi önemli olmaktan öncelikli olmaya taşıyamıyor.
Peki öncelikli hale getirdiğimiz şeylerin başarısı var mı?
Tabii ki var. Her toplum, neyin peşinde ise onu elde ediyor.
Neyi arıyorsa onu buluyor ve neyi hak ediyorsa onunla bütünleşiyor.
1986'da, henüz telefon kablolarını birbiri ucuna bağlayarak konuşmaya çalıştığımız dönemde, dakikalarca çevir sesi bekliyor, şehirlerarası görüşme için saatlerce sırada kalıyorduk.
O sıra dünyada haberleşme ve ulaşımın son derece stratejik bir alan olduğu konuşuluyordu.
Rahmetli Turgut Özal, ülkenin tüm diğer ihtiyaçlarını ikinci plana itme pahasına, Bütçe'nin neredeyse üçte birini ulaştırma ve haberleşmeye harcamıştı. "Önceliğim budur" derken, diğer önemli konuları "eğitim, sağlık vs." ikinci plana itmişti.
Türkiye bu sayede sayısal devrimi yakalamış, Telekom'umuz dünyanın en nitelikli 13. dev şebekesi haline gelmişti.
Önceliklendirme, sadece iyi konularda geçerli bir yöntem değildir.
Eğer niteliksiz alanlarda da öncelikleriniz oluşmuşsa, niteliğinizi çok çabuk eritebilirsiniz de...
1980 sonrası, köşe dönmeciliği önceledik. Kazandığından daha fazlasını harcama, bankerliği önceledik. Ürettiğimizden daha fazlasını tüketmeyi önceledik.
Ve bu öncelemeler bize görkemli (!) krizler olarak geri dönmüştü.
Teknolojiyi yalnızca kullanan değil fakat aynı zamanda üreten bir toplum olma hayali de "öncelemeyi" bekleyen bir konu.
Bu da ülke zamanını, insanını ve parasını bu alanda önceleyerek gerçekleştirilebilir ancak.
Hedefe ulaşabilmek için öncü konumda gözüken örneklerden bazıları da uçak, havacılık ve uzay.
Bu alanda oluşturulacak ulusal politikalara ihtiyaç var.
Sivil toplum örgütlerimizden Makine Mühendisleri Odası'nın Uçak, Havacılık ve Uzay Mühendisliği Kurultayı sonuç bildirisinde öne sürdüğü çözümlere bakıyoruz:
"Ülkemizi havacılık alanında dışa bağımlı kılan anlaşmalar iptal edilmeli, ülkemizin çıkarları dev uluslararası tekellere karşı korunmalıdır.
Sportif havacılık, uçuş okulları, hava ambulans, havadan yangın söndürme ile ilgili kuruluşların uçak-havacılık mühendisi istihdam etmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Nüfusumuzun ancak küçük bir kısmının kullandığı hava ulaşımı, halkın tüm katmanları tarafından 'yararlanılabilir maliyete' çekilmeli; daha ekonomik ve uygulanabilir olan turbo-prop uçaklarla ulaşım bir alternatif olarak gündeme alınmalı ve tartışılmalıdır.
Vizyon 2023 öngörü sonuçları içinde uçak, havacılık ve uzay mühendislerini ilgilendiren teknolojik alanlarda eksik kalan bölümler için ilgili kuruluşlarla etkin ve sürekli diyalog içinde çalışma yapılmalıdır.
Aynı şekilde, Vizyon 2023 ile tespit edilen öncelikli teknoloji alanlarına yönelik üniversitelere düşen görevler de bulunmaktadır.
Uçak, havacılık ve uzay mühendisliği açısından söz konusu teknolojilere yönelik müfredat değişikliği yapılması, öğretim üyelerinin tespit edilen alanlarda çalışmalar yapması sağlanmalı; dünyada havacılık öğretimi yapan üniversitelerin programları yalnızca akreditasyon amaçlı olarak değil, daha genel bir çerçevede incelenmelidir."
Uzayı, yeni zenginlik alanlarına örnek olsun diye yazıyorum.
Türkiye'nin bilimin kapsama alanına giren her konuda üreten hale gelmesi, seferberlik dinamizmine taşınmadıkça söylemlerimiz de aynı kalacak; "Bizden adam olmaz, elin gavuru yapmış!"
İlim, müminin yitik malıdır, nerede bulsa onu alır!
Böyle bir düstura sahip olmamıza rağmen bunu unuttuğumuz içindir ki dünyanın en zengin ve en büyük ilk 500 listelerinde var iken dünyanın en saygın ilk 500 bilim mabetlerinde adımız sanımız geçmiyor.
Bilim, onu önceleyenlerin oldu hep.
Yarın da öyle olacak.