2008'deki küresel finans krizinden bugüne kadar yaşanan gelişmelerle 1929'daki Büyük Buhran sonrasındaki dönem arasında birçok benzerlik var. Bire bir benzeştikleri iddia edilemez. Koşullar, kısıtlar ve güç dengeleri farklı. Ama çok fazla örtüşen nokta olduğu da bir gerçek. Finansal krize karşı verilen yanlış politika reaksiyonları, bunun sonucunda artan eşitsizlikler, popülist siyasetin yükselişi, korumacı duvarların örülmesi, patlak veren jeopolitik çatışmalar ve savaşlar… Son üç-dört yıllık periyot, 1970'lerle de benzerlik taşıyor. Ne yazık ki, tüm bu benzerlikler, insanoğlun geçmişte yaptığı hatalardan dersler çıkarmadığını gözler önüne seriyor. Aynı hatalar sürekli tekrar ediliyor.
Gazze'de yaşanmakta olan katliam da bu tekrarlanan hataların bir yansıması. Dünya, bölgedeki insanlık dramının son bulması ve Filistin meselesinin adil biçimde çözülmesi için Batılı gelişmiş ülkelerin aksiyon almasını bekliyor. Ancak onlar, tüm dünyanın gözünün içine baka baka yalan söylemekten, iki yüzlü davranmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Dünyanın medet umduğu ülkelerin kirli geçmişlerine baktığımızda bu sonuca neden şaşırmamak gerektiğini hatırlıyoruz. 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar 12-13 milyon Afrikalıyı köle olarak yurtlarından eden, Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda en az 200 bin Cezayirliyi katleden, 1995'de Srebrenitsa'daki soykırıma karşı üç maymunu oynayan, Irak'ın işgali sırasında resmi rakamlara göre 300 bin kişinin canına giren ülkelerden söz ediyoruz. Bunlar resmi rakamlar, gerçek kayıpların bundan çok daha fazla olduğuna şüphe yok.
GÜÇ FARKINI KAPATMADAN…
İslam dünyasının yanı sıra, konuya daha duyarlı ve sağduyulu yaklaşmaya çalışan diğer bazı ülkeler, akan kanı durdurmak için diplomatik kanalları zorlasalar da yeterli ilerleme sağlanamıyor. Bu ülkelerin ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel gücü sürece etki etme noktasında yetersiz kalıyor. Bu noktada şu sorular akla geliyor: Küresel güç dengesini değiştirebilecek kadar ekonomik katma değer ve teknoloji üretebiliyor musunuz? Savunma sanayiniz karşınızdakileri caydıracak kadar gelişmiş mi? Finansal sermayeniz karşı tarafın kararlarına nüfuz edebilecek derinliğe sahip mi? Bilim insanlarınız, yazarlarınız, sanatçılarınız, gazetecileriniz ve sivil toplumunuz siyasi atmosferi değiştirebilecek etkiye sahip mi? Dünyanın her köşesinde insanların doğru bilgiye ulaşmasına ön ayak olacak bir medya gücünüz var mı?
İslam dünyası ve bazı duyarlı ülkelerin yukarıdaki sorulara kendilerinden emin biçimde olumlu cevaplar veremediği noktada çözüm üretmek zorlaşıyor. Batıdan, Filistin başta olmak üzere dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki zulmü engellemesini beklemek, en kibar tabirle naiflik olur. Bunu hiçbir zaman yapmadılar ve gelecekte de yapmayacaklar. Küresel çaptaki mevcut güç eşitsizliğini dengeleyici yönde güçlü adımlar atmak gerekiyor. Türkiye bunu sağlamaya aday ülkelerden biri. Ama yukarıda saydığımız alanlarda Türkiye'nin sert ve yumuşak gücünü artırması için biraz daha fazla mesafe kat etmesi şart. En başta ekonomideki kırılganlıkları azaltıp kalkınmamızı hızlandırmalıyız.
İSRAİL İLE FİLİSTİN ARASINDAKİ EKONOMİK UÇURUM
GÜÇ eşitsizliği yüksek kalmaya devam ettiği noktada Batı da iki yüzlü olmayı sürdürecektir. Jeopolitik çatışmalardan ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak güç devşirmeye çalışacaktır. Bu koşullarda ekonomik uçurum, kaçınılmaz olarak açılıyor. 2000-2022 arasında İsrail'de kişi başına düşen GSYH 21.631 dolardan 54.660 dolara tırmanırken, Filistin'de ise ancak 1.476 dolardan 3.789 dolara gelebilmiş. Tek başına Gazze'yi ele aldığınızda ise ekonomik olarak daha da vahim bir tablo ortaya çıkıyor. Dünya Bankası verilerine göre, Gazze'de 2007-2022 yılları arasında kişi başına düşen reel GSYH, yıllık ortalama yüzde 2.5 oranında azalmış. İşsizlik oranının yüzde 45 olduğu Gazze'de yoksulluk sınırının altında yaşayan nüfusun oranı yüzde 53. Son saldırılar gelirin daha da azalmasına, işsizliğin ve yoksulluğu ise artmasına neden olacak. Ne yazık ki, Filistin'in ve dünyanın diğer coğrafyalarında zulme ve haksızlığa uğrayanların durumu bugünden yarına iyileşebilecek bir noktada değil. BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ise küresel barışı ve istikrarı sağlama niyetinde değil. Türkiye gibi duyarlı ve sağduyulu ülkelerin sayısının artması ve bu ülkelerin küresel güç dengesini sağlamaya yetecek kadar gelişmesi elzem. Dünyanın beşten büyük olduğunu göstermeden jeopolitik gerginlikleri kontrol altında tutmak, sorunlara adil ve kalıcı çözümler bulmak zor