Beklendiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) faizde değişikliğe gitmedi. Bu toplantıda yapılan en büyük değişiklik, karar metninden "gerekmesi durumunda ilave parasal sıkılaşma yapılacaktır" ibaresinin çıkarılması oldu. Piyasalar bu değişikliği ilerleyen aylara yönelik erken bir faiz indirimi sinyali olarak algıladı. Aslında bu ibareyi metinde tutmanın TCMB'ye bir maliyeti olmazdı. Ancak, metinden çıkması da şaşırtıcı değil. Zira, önceki toplantıda beklentilerin üstünde bir faiz artışı yapılmıştı ve akran ülkelere kıyasla reel faizimiz yüksek bir seviyeye çıkmıştı. Enflasyonun mayıstan sonra düşeceği tahmin edildiği için de TCMB'nin üçüncü çeyrekte faiz indirimine gidebileceği öngörülüyordu. Yani, TCMB'den faizleri yüzde 19'un üzerine çıkartmasını bekleyen yoktu.
GEÇİŞKENLİK ETKİSİ
TL'de yaşanan son değer kayıplarının bu senaryoyu değiştirip değiştirmeyeceği meselesi kritik. Son bir ayda risk primimiz ve enflasyon beklentileri yükselişe geçti. CDS primi 303'ten 437'ye çıktı. Piyasaların yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 11.54'ten 13.12'ye yükseldi. Kurda yüzde 10'un üzerinde yaşanan artış sonrası geçişkenlik etkisi kanalının bir süre daha devrede kalmasından ve enflasyonun daha da yukarı çıkmasından endişe edenler var. Kurdaki son artış illa fiyatlara yansıyacak diye bir durum yok. Dolar/TL kuru geçen kasımda 8.5'i gördüğünde fiyatlarını revize eden birçok şirket oldu. Kur bir ara 6.80'lere indiğinde ise fiyatlarda öyle hissedilir bir indirime gidilmedi. Eğer kurda 8.20'lerin üzerine kalıcı olarak çıkılmazsa, şirketler ilave fiyat ayarlamasına gitmeyebilirler. Zaten faizlerin talebi 6-8 ay öncesine kıyasla frenlediği bir ortamda fiyatları artırmak rasyonel olmayabilir. Dolayısıyla, kur geçişkenliğinin enflasyon üzerindeki etkisi korkulduğu kadar gerçekleşmeyebilir. Buradaki en büyük risk, kurun yüksek olduğu bir dönemde küresel emtia fiyatlarının daha da artması durumunda ÜFETÜFE makasının açılmaya devam etmesidir.
REZERV TARTIŞMASI
TCMB Başkanı Kavcıoğlu'nun rezervlere yönelik yaptığı açıklama haftanın bir diğer önemli gelişmesiydi. Rezervler, finansal istikrarı korumaya yönelik kullanılan araçlardan biri. Merkez bankaları esas itibarıyla ülkenin dış yükümlülüklerinin yerine getirilmesine yönelik güven tesis etmek, büyük iç-dış şoklar sonrasında yaşanması muhtemel olan sermaye çıkışlarının finans piyasaları üzerinde yaratacağı tahribatı en aza indirmek ve acil durumlar karşısında (doğal afet ve salgın gibi) ekonominin ihtiyaçlarına cevap verebilmek için rezerv biriktirirler. 1997'deki Doğu Asya Krizi sırasında yaşanan acı tecrübelerin ardından gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları, rezerv biriktirmeye daha fazla önem verdiler. 2018'deki finansal türbülans ve 2020'deki koronavirüs şoku sonrasında TCMB'nin politika aracı olarak rezervleri daha sık kullandığını biliyoruz. Yüz yılda bir görülebilecek cinsten bir küresel şok olan koronavirüs salgının çeşitli kanallar üzerinden neden olduğu anormal döviz talebini karşılamak için rezervler kullanıldı. Günün sonunda ekonomik aktivitenin canlanması sağlandı; ancak TL'deki değer kaybının ve enflasyonun önüne geçilemedi. Başka bir politika setiyle ekonomik aktivite, enflasyon ve finansal istikrar üçlüsü daha dengeli bir pozisyona gelebilir miydi? Rezerv politikasıyla ilgili bu ve benzeri sorulara akademisyenlerin ve ekonomistlerin cevap üretmesi gerekiyor. Rezerv, iktisadın en teknik meselelerinden biri olduğu için konu bilimsel mecralarda tartışılmalı. Siyaset kulislerinde veya billbordlarda değil. "Rezervler kime peşkeş çekildi?" gibi akla ziyan sorularla bu teknik mesele siyasete alet edilmemeli. Kimse rezervlerin kullanılmadığını ve azalmadığını iddia etmiyor. Rezerv politikası tercihinin etkinliğini tartışmaya açabilirsiniz. Bunu yapmak makul; çünkü koronavirüs, küresel ekonominin karışılacağı son şok olmayacak. Bu şoklarla mücadele etmek için geçmiş deneyimleri inceleyip en doğru politika setini bulmaya çalışmalıyız. Konuya polisiye bir hava katmanın ve onu ucuz siyasetin bir parçası kılmanın ise Türkiye'ye faydası dokunmaz.