Son haftalarda aşırı iyimser bir ruh haline bürünen dünya borsaları, koronavirüs salgını süresinde kaybettikleri değerleri yeniden kazanmaya başladı. Faizlerin dünya genelinde düşmesi, insanları alternatif yatırım aracı olarak hisse senetlerine yönlendiriyor.
Küresel ekonominin 'V' tipi hızlı bir toparlanma yaşayabileceğini düşünen bazı uluslararası finans kurumlarının yayınladığı raporlar da borsalardaki bu coşkuyu besledi. Ancak, son günlerde gelen haberler borsalardaki bu coşkuyu biraz olsun dizginledi.
Nisan aynı reel sektör için dibin görüldüğü bir dönemdi. Mayıs ile birlikte sanayi ve hizmetler sektörü göstergelerinde iyileşmeler yaşandı. Tüketim harcamaları yavaş yavaş kendine geliyor. Ancak, reel ekonomide rakamlar hâlâ koronavirüs öncesi seviyelere göre çok düşük. Küresel ekonominin düzlüğe çıkması için zamana ihtiyaç var. Vaka sayılarındaki son artışlar, kamu sağlığı ile ilgili temkinli duruşun korunması gerektiğine işaret ediyor.
NEYE DİKKAT EDİLMELİ?
Koronavirüs salgınından önce gelişmiş ülke borsalarındaki fiyatlamalar çok rasyonel değildi. Bu yüzden borsalarda balon oluşmasının önüne geçecek bir düzeltme hareketi bekleniyordu.
Koronavirüs bu düzeltmeyi ilk etapta yapar gibi oldu. Ancak, bu gerileme kısa sürdü. Yani borsalar üzerlerindeki birikmiş fazla enerjiyi atamadı. Bu fazla enerji ilerleyen yıllarda küresel finans için büyük bir sarsıntıya neden olabilir. Fay hatlarında olduğu gibi borsalarda da orta çaplı sarsıntılar ile bu enerjiyi artmak daha az tehlikeli. Enerji aşırı biriktiğinde sarsıntı da büyük oluyor. Merkez bankalarının borsalardaki bu taşkınlığı yakından takip ederek adım atmaları gerekiyor. Reel sektörü canlandırmayan ama borsaları suni şekilde yükselten politikalara dikkat etmek lazım.
Salgının ikinci dalgasına dair endişeler, borsaların keyfini az da olsa kaçırmıştı. Devreye hemen merkez bankaları girdi. Fed ve İngiltere Merkez Bankası tahvil alım programlarında gaza bastılar. Para politikaları ne kadar devreye girse de reel ekonomi üzerindeki etkileri sınırlı kalıyor. Belirsizliğin böylesine yüksek olduğu bir dönemde özellikle gelişmiş ülkelerde kredi genişlemesi beklenen ölçülerde gerçekleşmiyor.
ABD'de mevduat toplama yetkisi bulunan finans kurumlarının elindeki atıl rezerv miktarı son dört ayda 1.7 trilyon dolar kadar artmış. Yani para var ama boşta bekliyor. Finans kurumları kredi vermede gönülsüz davranıyor. Bir taraftan da şirketler önlerini göremedikleri için krediyle işleri döndürebilecekleri konusunda emin olamıyorlar.
Bazıları kredi çekmede tereddüt yaşıyor. Gelişmekte olan ülkelerde borçluluk seviyesi görece düşük, nüfus genç ve konut ve otomobil gibi alanlarda talep henüz doyuma ulaşmadığı için kredi mekanizması büyümeye daha fazla destek olabiliyor. Ama bu ülkeler için de belli limitlerin olduğunu not etmek lazım.
Küresel ekonomi için zorlu denklem
Dünya genelinde maliye politikalarına daha fazla ihtiyaç var. Şirketler için hibe tarzı teşviklere, hanehalkları için ise doğrudan gelir desteklerine. Maliye politikalarında temel sıkıntı ise artan bütçe açıklarının finansmanıyla ilgili. Ya ülkeler toplumdaki en zengin tabakadan daha fazla vergi alacaklar ya da ilave borçlanmaya gidecekler. Kamu borcunun artması ise başka bir sıkıntı. Zira, birçok G20 ülkesinde halihazırda kamu borcunun GSYH'ye oranı üç haneli rakamlarda. Küresel çapta toplam borç yükü ise dünya GSYH'sinin üç katına ulaştı. Bu borç yükü sürdürülebilir değil. O yüzden küresel sermayenin bu borç stokunun bir kısmının silinmesine razı olması gerekebilir. Vergi artışları ülkelerin kendi içerisinde, borç silme meselesi ise uluslararası arenada büyük tartışmaları beraberinde getirir. Sonuç olarak, mali politikaları arttırmak da özellikle kamu maliyesinde hareket alanı geniş olmayan ülkeler için başka bir sıkıntılı süreç. Küresel ekonomi, koronavirüs krizinden çıkış konusunda çözümü zor bir denklem ile karşı karşıya.