Birkaç hafta önce Bloomberg, Türkiye'yi G-20 ülkeleri arasında "şiddetli siyasi çalkantıların yaşanma olasılığı en yüksek ülke" olarak gösterdi. Bu olasılık, ABD'de yüzde 3, Rusya'da yüzde 4 iken, Türkiye'de yüzde 6 olarak belirtildi. Analizin yayınlanmasının ardından, yine daha öncekilerde olduğu gibi, toplumsal fay hatlarını harekete geçirmeyi amaçlayan iç cephede gedik açmaya dönük bir çok girişim devreye sokuldu.
TİP milletvekili mecliste provokasyon yaptı. CHP'de genel başkan yardımcılığı yapmış bir milletvekili Cumhurbaşkanına ağır hakaret etti. Bir sokak röportajında Erdoğan ve onu destekleyenlere hakaret edildi. CHP hakaret edeni sahiplendi, cesaretlendirdi, ödüllendirdi. Atatürk üzerinden yeni bir laik-muhafazakar ayrıştırması yapılmaya çalışıldı.
Bu hadiseler gösterdi ki, Bloomberg analizi sıradan bir yazı değildi. Daha önce benzerleri yapılmıştı. Sadece son 22 yılda buna benzer bir çok beklenti ve temenni dile getirildi. Toplumsal fay hatlarını harekete geçirmeye dönük yol haritaları ortaya kondu. Kılavuz görevi görecek yorumlar yapıldı. İşaret fişekleri ateşlendi. Bu analizler, operatif yönü ağır basan, zamanlaması düşünülmüş, siyasi sonuçlarına dair hedefleri olan yazılardı.
Yakın dönemde Türkiye'de iç karışıklık çıkarmaya dönük her girişim, farklı bir yol ve yöntem denenerek yapıldı. Her başarısızlığın ardından yöntem ve içerikler güncellendi. Gezi Parkı şiddet eylemi ile farklı kimlik grupları arasında çatışma çıkarma hedeflendi. AK Parti'nin "İslamcı bir ajandaya" sahip olduğu tezi üzerinden Türkiye diplomatik olarak izole edilmeye çalışıldı. 17-25 Aralık yargı ve emniyet darbe girişimi üzerinden devletin tüm kurumları çökertilmeye çalışıldı. Ekonomik saldırılarla, devlet ve hükümet diz çökertilmeye çalışıldı.
Hendek ve barikat terörü ile ülkenin bölünmesi için tüm yollar denendi. Büyük şehirlerinde bomba patlatılarak toplumsal kargaşanın ve iç çatışmanın provaları yapıldı. 15 Temmuz'da ülkenin lideri öldürülmeye ve ülke işgal edilmeye çalışıldı. "İslamcı ajanda" tezi gereken sonucu üretmeyince, "otoriterlik" ve "diktatörlük" yaftalamaları üzerinden Türkiye tekrar uluslararası düzenden izole edilemeye çalışıldı.
Son günlerde dönen nefret ve ayrıştırma içerikli olayların amacını bir önceki yazıda belirtmiştim. Muhafazakar kesimlerin özgüvenini kırmak, onlara sahipsizlik hissi vererek iktidardan kopmalarını kolaylaştırmak öncelikli hedeflerden... Ancak esas amaç, ekonomi düzelmeden ve AK Parti yenilenme siyasetini tamamlamadan erken seçimi zorlamaktır.
Belirsizlik, kaygı, endişe, öfke ve umutsuzluk duygularını yükseltmeye dönük yeni girişimlerle karşı karşıyayız. Son 22 yılda, ülkeyi kaosa sürüklemeye dönük meydan okumalar, siyasi istikrar sayesinde etkisiz hale getirildi. Bu sınamalarda toplumun büyük bir kısmı, karizmatik liderliğin yani Erdoğan'ın etrafında toplandı.
Erdoğan'ın son konuşmasında dile getirdiği gibi, devlet ve millet bunların hepsinin üstesinden gelmiştir. Çözüm bulunmuştur. Ancak maalesef hepsinin farklı maliyetleri olmuştur. Sosyal, siyasal ve ekonomik etkilerini tekrar toparlamak zaman almıştır. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, her yeni kaos ve karışıklık denemesi, siyaset ve yönetimde istikrar sayesinde etkisiz hale getirilebilmiştir. Değerini bilmek gerekir.