Uzun süre muhalefette kalan partiler vaat siyasetinin konforuna alışırlar. Özellikle seçim döneminde popülist vaatlerin tüm sınırlarını zorlarlar. Hatta beklenti siyasetini yükselttikleri için, iktidarı da zamanla popülist vaat alanına çekerler.
İktidar partileri ise vaat konusuna daha rasyonel yaklaşmak zorundadır. Çünkü iktidara geldiğinde verdiği sözleri tutamaz ise inandırıcılığını kaybeder. Bir sonraki seçimde cezalandırılır. Muhalefetin vaatleri ise diğer seçime kadar unutulur. Yapıp yapmama gibi bir hesap verme durumu doğal olarak oluşmaz. CHP çok uzun süredir muhalefet olduğu için vaatlerinde popülizmin sınırlarını hep zorladı. Özellikle bu konuda iktidara gelmesinden itibaren hassas olan ve popülist politikalardan kaçınan iktidarı, 2015 seçimleri sonrasında, popülist siyasete cevap üretmek zorunda bıraktı. EYT sorununun kademelendirilmeden çözülmesi bu duruma en önemli örnek.
CHP bir önceki yerel seçimlerde uzun bir sürenin ardından büyükşehirleri kazandı. Ancak daha önceki alışkanlığın bir devamı olarak seçim öncesinde tutamayacağı sözler verdiği için bu beş yıllık süre içinde popülist vaatlerin birçoğunu yerine getiremedi. Böyle olduğu için de son seçim kampanyası sırasında İBB adayı İmamoğlu, yapamadığı bazı vaatleri hatırlatıldığında ya "beş yılda yetişmezdi" ya da "hatırlamıyorum" cevabını verdi.
Geçtiğimiz dönemde muhalefet belediye başkanları yerine getirmediği vaatlerini "iktidar engelliyor" mazereti ile perdelemeye çalıştı. Zaman zaman da "istediğim yatırımları ve projeleri meclisten geçiremiyorum" bahanesinin arkasına saklandı.
Son yerel seçimlerin ardından muhalefet, özellikle emekliler konusunda iktidarı sıkıştırmak için farklı kampanyalar düzenledi. Popülist söylemleri öne çıkardı. Bu tartışma devam ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefetin özellikle emekliler konusundaki popülist söylemlerini hatırlatarak, "emeklilere faydanız dokunsun istiyorsanız, talimat verin, belediyeleriniz Sosyal Güvenlik Kurumu'na olan birikmiş borçlarını ödesinler" çağrısında bulundu.
Bu çağrının ardından Genel Başkan Özgür Özel başta olmak üzere bir çok CHP'li "halka hizmetimizi engellemek için SGK prim borçlarımızı tahsil yoluna gidiyorlar" argümanını devreye soktular. Hatta Özgür Özel, "CHP'li belediyelerdeki camilerin tamamını hükümete devrederek" bu borçlardan kurtulma teklifinde bulundu.
Borçların AK Parti'den devralınan belediyelerde olduğu argümanına karşı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan rakamlarla birlikte hangi belediyenin ne kadar borcu olduğunu ve çoğunluğun iki dönemden fazladır CHP'li belediyelerden oluştuğunu açıklayınca tartışma "mali darbe" söylemine kadar gitti. Özgür Özel, geçmişte yapılan silahlı darbeleri hatırlatarak, belediyelerin pirim borcunun tahsil edilmesi çağrısını "mali darbe" söylemi ile eşitledi. "Aralarında fark yoktur" bile dedi.
Çok basit bir meselenin mecrasından nasıl saptırıldığını bu tartışma özetliyor. Bir defa, Erdoğan'ın açıklamasında belediye ayrımı yok. Yani bu açıklamadan Cumhur İttifakı belediyeleri muaf değil.
Belediye çalışanları için ilk defa SGK'ya prim ödenmiyor. Bu normal bir uygulama. Bazı belediyeler, bu borçlarını ödemedikleri için sosyal güvenlik sistemine 96 milyarlık bir yük oluşmuş durumda.
Belediyeler yıllardır zamanında ya da gecikmeli olarak primlerini ödüyor. Bugüne kadar "çalışanlarının primi ödendiği için" hizmetlerin aksadığı bahanesinin ardına saklanan bir belediye başkanı görülmedi. Yıllık 500 milyarlık bütçesi olan bir büyükşehir belediyesinin 4 milyarlık prim borcunu ödemesi hizmetleri aksatmaz.
Nasıl SGK, "belediyeler prim borcunu ödemediği için bu ay emekli maaşını ödeyemiyoruz" diyemiyorsa, belediyeler de "prim ödediğimiz için hizmet yapamıyoruz" diyemez. Hele hele sıradan sorumluluğunun yerine getirilmesini, silahlı darbe ile eşitleyip "mali darbe" olarak nitelemek bir parti başkanın siyasi sorumluluğu ile bağdaşmaz.
Primler bir sorun ise, bunun rasyonel zeminde müzakere etmek çok zor değil. Geçmişte bulunan çözümlerin bir benzeri yine bulunur. Hizmetten kaçarak sorun çözülmez.