Geçen hafta küresel piyasaları ABD ve Avrupa merkez bankalarının etkinlikleri yönlendirdi. Piyasalar parasal genişlemeye odaklı yön belirlemeye çalışırken dünya ekonomisi yavaş yavaş dibe doğru ilerlemeye devam etti. Geçen haftanın en çok dikkat çeken olayı ABD Merkez Bankası'nın (Fed) olağan toplantısıydı. Toplantıda beklenen kararlar çıktı ama piyasaya yansıması beklenenden daha sert oldu. Fed, tahvil alım programını 10 milyar dolar daha azaltarak 15 milyar dolara indirdi. Ekim ayındaki toplantıda genişlemenin sona ereceği büyük ölçüde kesinleşti. Fed faiz konusunda net bir işaret vermekten kaçındı ancak faiz artırım beklentisini biraz daha öne, 2015 yılı ortalarına doğru çekti. Fed'in para basma programını sona erdirmek üzere olması, gelişen ülkelerden para çıkışlarına yol açtı, dolar hemen tüm para birimleri karşısında değer kazanırken lira üzerinde baskı sürdü. 10 ay önce dünyanın bir durgunluğa ilerlediğini yazarken, Fed'in kademeli olarak programını sona erdirmesini küçük bir ihtimal olarak görüyordum. Bununla birlikte ABD ekonomisinden gelen çelişkili işaretlere ve gelişen ekonomilerdeki genel yavaşlamaya karşın, Fed parasal genişlemeyi durdurma noktasına kadar gelebildi. Aslında Fed'in kendi öngörülerine bakmak bile bu çelişkiyi görmek için yeterli. Fed, ocak ayında bu yıl için yüzde 3,7-4 düzeyinde bir büyüme beklediğini açıklamıştı, bu hafta bu tahmini yüzde 2-2,2 seviyesine çekti. Sonunda, ABD ekonomisinin yıllardır olduğu gibi bu yıl da yüzde 1-2 bandı içinde büyümesi şaşırtıcı olmayacak. Fed'in durgunluk karşısında parasal genişlemeye geri dönmek zorunda kalacağı ama dünya ekonomisine hakim olan durgunluk nedeniyle hisse senedi borsalarının artık bu politikalara olumlu tepki veremeyeceği tahminim ise değişmedi. Zaman ilerledikçe para politikalarının ekonomiler üzerindeki etkisi daha da azalıyor. Trajikomik durum Haftanın ikinci önemli olayı Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) üç aydır beklenen TLTRO programına başlamasıydı. Ekonomiyi krediler yoluyla desteklemeyi amaçlayan bu program ilk açıklandığında 400 milyar euro civarında bir talepten söz ediliyordu ve piyasalarda bir heyecan dalgası estirmişti. Tutarın yüksek olması, ekonomilerin canlanması yönünde de bir umut verecekti çünkü bankalar, ECB'den kullandıkları kaynağı şirketlere yönlendireceklerdi. Ancak şirketlerden bankalara zaten yoğun bir kredi talebi olmadığı için şirketler de ECB'nin bu desteğini almadı. Bankalar yıllık yüzde 0,15 maliyetli kredi imkanından sadece 82 milyar euro kullandı. Avrupa ekonomisinin nasıl bir durgunluk içinde olduğunu gösteren bu trajik durum karşısında piyasalara yansıyan yorumlar ise gülünçtü. Buna göre ECB bu politikası da başarısız olunca tahvil alımları yoluyla parasal genişlemeye gidecekti ve piyasaya çıkan bu para -tabii ki- spekülatif yatırımlara yönelecekti. Bu tepki, piyasa oyuncularının gerçeklerden ne kadar uzak olduklarının göstergesi. Politik ve yasal engeller olmasa ECB zaten bugüne kadar parasal genişlemeye giderdi. İkincisi bankaların durgunluk nedeniyle bedava parayı bile almaya yanaşmamalarının sevinilecek bir yanı bulunmuyor. Dünya ekonomisindeki yavaşlama, Türkiye'yi de olumsuz etkilemiş durumda. Bundan sonra Merkez Bankası'nın (TCMB) faiz indirimi de ekonomiyi canlandırmak için yeterli olmayabilir. Ekonomi yönetiminin, TCMB'nin de destekleyeceği, büyümeyi hızlandırma amaçlı bir teşvik programı uygulaması gerekiyor.