Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yani devletin "kırmızı kitabı" hem günün gereklerine hem de geleceğin risklerine göre yakın zamanda güncellendi.
Tahmin edilebileceği gibi...
Siber güvenlik, hibrit tehditler, yapay zekâyla ilgili dönüşümler, sosyal medya kaynaklı toplumsal operasyonlar, bilgi kirliliğine dayalı manipülasyonlar, konvansiyonel tehlikeler, tedarik zincirleri, gıda, su, enerji, ilâç/aşı, ata tohum...
Özetle... En geniş yelpazede doğrudan Türkiye'yi hedef alan faaliyetlerin yanı sıra küresel gelişmeler nedeniyle Türkiye'yi de etkisi altına alabilecek faktörler, milli beka değerlendirmesinde karşılık buluyor.
Bütün bunlara...
Yakın komşuların ürettiği tehdit unsurlarını, 5. kol faaliyetlerini, sivil görünümlü güdümlü istihbarı çalışmaları, düzensiz göç ve iklim değişikliğinin yarattığı sorunları, asimetrik silahlı unsurların kullanım biçimlerini de eklemek mümkün.
Açık kaynak bilgileri yukarıdaki ana başlıkları tanımlasa da... Mühim olan hususlar; tehdit unsurlarının sıralamasında ve alınması zaruri tedbirlerde düğümleniyor.
***
Bugün, burada
"Aile, Ailenin Geleceği, Çocuklar ve Gençlerin" bir
"milli güvenlik önceliği" olarak
ele alınmasının ne kadar gerekli ve doğru
olduğunu analiz etmeye çalışacağım.
Türkiye olarak, güçlü ve zayıf yönlerimizi masaya yatırırken geleneksel ezberlerden kurtulmak durumundayız. Örneğin,
"Aile Kurumumuz!" Aile, Türk toplumunun en kuvvetli olduğu yapı taşı. Bu bir gerçek. Ama eskisi kadar sağlam bir temel üzerinde durup durmadığını, gidişatın yönünü daha iyi etüt etmeliyiz. Bu hassasiyetin siyasette ve devlette karşılık bulmasını da kazanç hanesine yazmalıyız.
2025'in
"Aile Yılı" ilân edilmesi,
Nüfus Politikaları Kurulu ile
Aile Enstitüsü oluşturulması, evliliğe ve çocuk sahibi olmaya dönük teşvik tedbirleri açıklanması... Hepsi, doğru zamanda alınmış, ileriye dönük ilk tedbirleri oluşturmakta.
Bu aşamada, öncü tedbirlerin gerekli ama yeterli olmayabileceğini de kayda geçirmemiz lazım. Neden? Çünkü aileyi içten içe kemiren, bağlarını çözen, ebeveynler ve çocuklarının iç iletişimini sekteye uğratan, sapkın akımları alttan alta zerk eden faaliyetler hem kesintisiz sürmekte hem de profesyonelce icra edilmekte. Bu nedenle açık/örtülü yürütülen cinsiyetsizleştirme programlarını, özgürlük adı altında gençleri aileden koparma yöntemlerini, ahlaki ortak paydayı ortadan kaldırmaya dönük saldırıları proaktif ve sürdürülebilir politikalarla karşılamak mecburiyetindeyiz.
Hali hazırda nüfus artış hızı, doğurganlık oranı, evlenme ve ilk çocuk sahibi olma yaşı itibariyle Türkiye alarm veriyor. Nüfusun yenilenmesi için gerekli olan asgari 2,1 oranının yüzde 1.51'e düşmesi, yaşlanan bir Türkiye'ye işaret ediyor. Bu tablonun, yaşlı bakımından çalışma çağındaki nüfusa, sosyal güvenlikten istihdam piyasasına hatta yurt savunmasına kadar tesir edecek yönleri bulunuyor.
Ülkemizde evliliklerin yüzde 33'ü ilk 5 yılda boşanmayla sonuçlanıyor ve evlilik oranları boşanma oranlarının gerisinde kalıyor. İlk evlenme yaşı kadınlarda 26, erkeklerde 28'e yükselirken ilk anne olma yaşı ise 29'u aşıyor.
Elbette... Nüfus dengeleri belli bir sürede iyileştirilebilir. Ama
"Nüfusun Kalitesi" ve
"Ailenin Bütünlüğü" de eş anlı olarak gözetilirse Türkiye'nin bölgesel ve küresel iddiası baki, kalkınma dinamikleri daimi olur!
Ve son söz...
Urfa'nın güzel insanlarına atfedilen
"3 E İlkesini" tekrar tekrar hatırlatmalıyız.
Nedir o 3 E?
1- Eğitim.
2- Ekonomi.
3- (A) Ehlak.
Ahlâkın, her türlü hırsın gerisinde bırakıldığı günümüz şartlarında 3 E'nin içini doldurmalı, kurallı, merhametli, vicdanlı yaşamalı ve her birimiz kendi dairemizde bu değerleri yaşatmalıyız!