Avrupa Parlamentosu seçimleri, Batılı liderleri hayal dünyasından çıkarmak ve kaçındıkları gerçeklerle yüzleşmesini sağlamak için "son bir uyarı" niteliğinde oldu. Aşırı sağın yükselişi bu kez önlenemez bir tehdit olarak ortaya çıktı. Bu tabloda, pandemiden bu yana Avrupa'da dalgalı seyreden ekonomik şartların, düzensiz göçün yarattığı endişenin, siyasilerce alttan alta körüklenen yabancı düşmanlığının da etkisi büyük.
Merkezi hükümetlerin göz yumduğu Müslüman karşıtlığı ise başlı başına bir mesele. DEAŞ korkusu ile manipüle edilen Avrupa halkları için Müslümanlar -maalesef- birer "Cihadist!", yani "terörist!" Oysa DEAŞ'a katılan militanların en az yarısı Avrupa ülkelerinde doğup büyümüş, oralardaki adaletsizliklerle, dışlanmışlıkla yoğrulmuş, zamanla radikalleşmiş insanlar. Bir başka anlatımla, İslâm coğrafyasının köktenciliği beslediğini savunan Batılı ülkeler, esasen kendi topraklarının ve çifte standartlarının bu soruna kuluçka vazifesi gördüğünü idrak etmekte güçlük çekiyor!
Gelinen aşamada... AB'nin kapsayıcı, kuşatıcı, entegrasyonu başaran kimliği ağır yara alırken Avrupa toplumlarının birer parçası, hatta AB ülkelerinin vatandaşı da olan "üçüncü kişiler!" için hayat daha zorlaşıyor.
Buradaki en büyük riski ise... AB liderliğinin politik miyopluğu oluşturuyor. Gazze'deki soykırıma göz yuman, giderek içe kapanan, yüksek duvarlar ören, askeri ve polisiye önlemlere abanan AB ülkeleri, hakiki manada güvenliğe erişemeyeceği gibi kendi bünyesindeki yabancıları (bilhassa Türk ve Müslümanları) tehlike olarak gördükçe, bu insanları da varlıklarını korumak için karşı tedbirler almaya zorlayacak. Yani, çözüm diye düşündüğü metotlarla daha büyük sorunlara kapı aralayacak.
Çare mi? Elbette, Ankara ile samimi diyalog, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a kulak vermek ve Türkiye'nin AB'ye hızlandırılmış katılımını sağlamak!
***
FETÖ DURUM RAPORU!
Demans hali giderek derinleşiyor! Gününün büyük bölümünü uyuklayarak geçiriyor. Örgütüne yön verebilecek kabiliyetini tamamen yitiriyor. Öylesine evham içinde ki... Öldürüleceğinden, kaçırılacağından endişe ediyor. Tam da bu nedenle, Pensilvanya'daki Malikânesi'nden ayrılmayı göze alıyor. Örgüt içi kavganın tırmanması dolayısıyla, yine Pensilvanya civarında "güvenli eve" çekiliyor. Yeğeni (Ebuseleme) bu sıralar konuşuyor ve "darbe plânlamasını" itiraf ediyor. Nereden bakılırsa bakılsın...
FETÖ, ABD ve Avrupa Grubu olarak ikiye bölünüyor. Amerika ekibi (Mustafa Özcan, Abdullah Aymaz, Cevdet Türkyolu) cari ilişki ağını ve maddi mirası sahiplenmek üzere yeni örgüt modeli geliştiriyor. Avrupadakiler ise güdümüne girdiği devletlerin çıkarları ile örtüştüğü ölçüde, Türkiye karşıtı faaliyetlerini sürdürüyor. Son olarak... Daha genç bir grup ise "Abilerin(!), hatalarını yüzüne vurup geri çekilmesini istiyor!"
Netice...
FETÖ'ye karşı teyakkuz hali ne kadar gerekli ise olduğundan güçlü gibi göstermek de o kadar gereksiz!
***
'ÖZEL' STRATEJİ!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, 18 yıl aradan sonra CHP Genel Merkezi'ne gerçekleştireceği ziyaret her bakımdan kıymetli. 31 Mart Yerel Seçimleri sonrası başlayan yumuşama (normalleşme) sürecinin nasıl şekil alacağını bugünkü iade-i ziyaretten sonra daha iyi anlayacağız.
Neden? Çünkü CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in geliştirdiği stratejinin sürdürülebilirliği şüpheli de ondan. Hele ki partiler, "kırmızı çizgilerini" koruduklarını açıklamışken... Özel'in, "Cumhurbaşkanlığı makamına saygı ve müzakere, AK Parti ve Kabine ile mücadele" temeline bina ettiği yaklaşımının görünür gelecekte birtakım testlerden geçmesi gerekecek. DEM Parti ile ilişkiler ve mesafe tayini, yeni anayasaya yaklaşım, FETÖ bulaşığı aktörlere karşı tavır...
Gönül arzu ediyor ki...
Milli meselelerde asgari müşterekte buluşma kalıcı olsun. Yoksa "taktik normalleşme" kurgusu kısa vadede yarar, orta vadede zarar üretir!