Bir canlı oturumda dönemin Merkez Bankası Başkanı'na sormuştum. Sorumun manasını yanlış anlamış, hatta paranoyak çıkarımlar yapmıştı. O sırada bir faiz artışı kararı almıştı. Bu kararın, Cumhurbaşkanımızın politikaları ve ekonomiye dair öncelikleriyle örtüşmediğini hatırlatmış, kendisinin de yararına olacağını düşünerek faiz silahına sarılmasının olası komplikasyonlarına dikkati çekmiştim. Anlamak istememiş, öküzün altında buzağı aramayı seçmişti. Sonrası malûm.
Bu aşamada bir kez daha görüldü ki...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tüm riskleri, hatta siyasal maliyetlerini de göze alarak "faizle mücadele" kararlılığını koruyor. Piyasalar için "gösterge faiz" Merkez Bankası üzerinden şekillendiğinden "kısa vadeli faizlerin yılbaşına kadar tek haneye inmesi gerektiğini savunuyor." Elbette, faiz sadece Para Politikası Kurulu'nun açıklamalarından ibaret değil. Hazine borçlanma faizinden ticari kredi faizine kadar geniş bir yelpazede farklı oranlar söz konusu. Ancak o alanlarda da hissedilir gelişmeler yaşanmakta.
Bu faiz meselesinin... Basit, anlık, mevsimsel olarak ele alındığını sananlar yanıldı.
Evet... İçlerinden dirençli bir grup, hâlâ "kur-faiz-enflasyon" şeytan üçgeninin içinde kalmayı ve o cepheden muhalefet etmeyi sürdürüyor.
Lakin... Bugün dünyada 165 ülkenin 133'ü negatif reel faiz uyguluyor.
Salt faiz üzerinden ekonomiyi okuyanlar, "küresel durgunluk ve ciddi işsizlik pahasına" enflasyonla mücadele edeceklerini söylemiş oluyorlar. Oysa, onların ezberinde bile para politikaları enflasyonla mücadelenin tek ve ilk aracı değildir. Maliye politikası ve yapısal tedbir alanında atılacak adımlara, mutedil para politikası önlemlerinin eşlik etmesi halinde de fiyat istikrarı bakımından sonuç alınması mümkündür!
Özetle...
Reel sektörün çarklarına çomak sokmadan, "ekonomiyi kemoterapiye tabi tutmadan" da enflasyonu kontrol altına alacak reçeteler uygulanabilir. Bu yönüyle bakıldığında Türkiye'nin, bilhassa gelişmiş ekonomilerdeki yaygın örneklerden ayrıştığı ve an itibariyle bu ayrışmanın Türk ekonomisi bakımından pozitif yönde olduğu söylenebilir.
Genel kabul gördüğü üzere...
Türkiye'nin başa çıkmaya çalıştığı enflasyon özünde "maliyet kaynaklı!" Küresel "enerji, emtia ve gıda" fiyatlarındaki artışların, Türkiye ekonomisinin kıyılarına da sert biçimde çarptığı, ayrıca ülkemizde geriye dönük fiyatlama alışkanlığını depreştirdiği ve bu sürecin giderek "yapışkan enflasyon" halini almakta olduğu da bir gerçek.
Bir bu kadar gerçek olan husus da... Türkiye dışından kaynaklanan maliyet baskısının yanı sıra içerideki fırsatçılık, bazı sektörlerdeki rekabet eksikliği, piyasada hâkim durumun kötüye kullanılması, pandemi dönemi kayıplarının hızla telafi edilmesi hırsının da hesaba katılması zorunluluğu. Bahse konu faktörler genel denklemden ayıklandığında ise... Cari enflasyonun yüzde 25-30 bandında seyredeceği söylenebilir. Ki Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın hesaplamaları da bu yönde. İlaveten... Enflasyonun kaynağına neşter vurmaya ve genel maliyet baskısını azaltmaya dönük köklü tedbirler ile vergi indirimi hamlelerini de kimse göz ardı etmemeli. Başlangıçta "baz etkisiyle" de olsa, global nedenlerle ithal edilen enflasyon kalemlerinin olumsuz etkisinin giderek azalacağı öngörüldüğü için Türkiye, önce fiyat artışlarının durduğu sonra fiyatların gerilediği bir döneme de yakın tarihte girecek.
Cari açığın finansmanına gelince...
Şu anda piyasa oyuncuları bakımından en kritik gösterge burası. Cari açığın nasıl yönetileceği, Rusya'ya yönelik ekonomik yaptırımlar karşısında Türkiye'nin pozisyonunun ne kadar sürdürülebilir olduğu, ABD ve AB'nin bu hassas noktaya ne zaman, ne kadar ve nasıl yükleneceği gibi hususlar ihmal edilemeyecek kadar mühim. Ki biz de olup biteni yüksek duyarlılıkla izlemekte, net hata noksan kalemi üzerine kurulu kurguyu müteyakkız biçimde karşılamaktayız. Spekülasyon/ Manipülasyon sarmalına girmeden, etik kodlar dâhilinde belirtebilirim ki... Türkiye ekonomisinin, cari denge açısından bu yılı nefesi ve takati kesilmeden tamamlamasına yetecek dış kaynak girişi mevcut, başladı ve sürecek de!