Türkiye'nin ekonomik ajandası incelendiğinde "fiyat istikrarı ve finansal istikrar" başlıkları özel önem arz ediyor. Fiyat istikrarı dediğimiz, enflasyonla mücadele. Üstelik bu süreç, kolay ve kısa süreli bir çabadan ibaret değil. Yüksek enflasyonun belinin kırılması "fiyat artışlarının hız kestiği, daha sonra fiyat artışının durduğu ve nihayet fiyatların gerilediği dönemlerden" geçilmesiyle mümkün oluyor. Bu takvimin başarısı ise dış piyasaların seyri, jeopolitik riskler, enerji ve gıda krizi, emtia fiyatları ile tedarik zincirindeki kırılmalarla doğrudan ilintili. İçeride de siyasi kararlılık, mali disiplin, toplumsal moral, geleceğe güven, bulaşıcı karamsarlık senaryolarına karşı milli bağışıklık gereği ön plana çıkıyor.
Bütün bunların yanında, hatta bana göre önünde...
Güncel olarak, ekonomide çarkların dönmesi, "iş-aş denkleminin bozulmaması" hayati önem taşıyor. Tabii ki istenilen ürünlerin raflarda bulunabilmesi, bir başka anlatımla "erişebilirlik sorunu yaşanmaması" da titizlikle korunması gereken dengeyi gösteriyor.
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yürekten sahiplendiği Türkiye Ekonomi Programı, yukarıdaki veriler ışığında "Yatırım-Üretim-İstihdam- İhracat" sütunları üzerinde yükseliyor. Programın kur ve fiyat istikrarı hedefine ulaşabilmesi, üretim ve dış ticaret açığının kapatılmasını zaruri kılıyor. Tam da bu nedenle "amacına uygun kullanılan düşük faizli yatırım ve işletme kredisi temini ile tempolu ve katma değerli ihracat" ülkemizin önceliği olmayı sürdürüyor.
Bir zincirin halkaları misali, birbirine mutlak bağlı ve bağımlı bu modelin önündeki engel, "elini kolunu bağlayıp oturan, sistematik tehdit yayan kişi ve kurumlardan" kaynaklanıyor. Böyle anlarda, "at izinin it izinden ayrılması" devletin birinci görevine dönüşüyor. Nasıl mı?
İzah edeyim...
Dün Konya'da, Turkuvaz Medya Grubumuzun Ticaret Bakanlığı ile birlikte el verdiği "Türkiye 'İhracat Seferberliği Zirvesi'nde" idik. Bursa'da başlayan toplantı dizimiz Konya, Kayseri, Gaziantep, Trabzon'la devam edecek.
Bir kez daha ve yerinde gördük ki... Anadolu sermayesi programa inanıyor ama biraz tedirgin. Her birine gitmek, dinlemek, sorularına cevap vermek, orta-uzun vadeli perspektif çizmek gerçekten yararlı oluyor. Nitekim Ticaret Bakanı Mehmet Muş da bunu yaptı. Muş, "işinin adamı!" Polemiğe, dedikoduya kulağını tıkamış, tüm gücüyle iç ve dış ticaretin gelişimine, üretim ve ihracatın artışına odaklanmış.
Bizler de nabzı yerinde tutmanın büyük avantajlarından birine yine şahitlik ettik. Sorun, "stokçu ile stok yönetimi yapan arasındaki fark!"
Bakan Muş dedi ki:
Türkiye bir hukuk devleti. Vatandaş, bir kamyon mal görüyor. Fotoğrafını çekiyor. Stokçu olduğunu sanıyor. Oysa biz hükümet olarak işletmenin ve üretimin devamı için bilançoda gözüken stok ile fiyat oyunu oynayan stokçunun davranışını birbirinden ayırıyoruz. Firmaların, sektörlerin stok tutma süreleri genelde belli. Bu süreler aşılmışsa ya şirket yönetiminde ya da sektörde problem var demektir. Hal böyle olmadığı halde stokunu izah edemeyenler her an devletin radarındadır.
Özetle..
Milletin derdi ile dertlenen, çare için çırpınan siyasi irade bu ülkenin kesin teminatıdır!