Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin dünkü genel kurulunda yaptığı konuşmanın en dikkat çekici bölümü, "3 gruba ilişkin" analizi idi.
Erdoğan dedi ki...
Dünyanın dört bir yanında yaşanan sıkıntıları görmezden gelip ülkemizi "batıyor, bitiyor yaygarasıyla" değerlendirmek isteyenleri 3 gruba ayırabiliriz.
1- İlk grupta, reel ekonomiyle büyüyen Türkiye'den eskisi kadar kazanç sağlayamayacak olanlar bulunuyor.
2- İkinci grupta ise ilk gruptakilerin yönlendirmesiyle hareket eden akademisyen, gazeteci görünümlü tetikçiler yer alıyor.
3- Üçüncü grubu da Hükümete, Cumhur İttifakı'na besledikleri husumetten dolayı her şeye körü körüne saldıranlar oluşturuyor.
Öncelikle, bu gruplara biraz daha yakından bakalım! Ama özeleştiri dahilinde bir grubu daha ekleyelim...
Birinci grubu ele alalım... Türkiye Ekonomi Modeli'ne karşı çıkanlar içinde elbette paradan para kazanma alışkanlığının güncel temsilcileri en ön sırada oturuyor. Reel ekonomiye, yüksek teknolojiye, katma değerli alanlara yatırım yapması gereken bu para sahipleri bırakınız gövdesini, elini bile taşın altına uzatmıyor. Ama negatif algıyı onlar yönetiyor. Bunların önemli bölümü paralarını finansal sistemin dışında, ya kasalarında ya da yurtdışında tutuyor. Cari konjonktürde faiz veya kur farkını lehlerine değerlendirmek üzere sisli ortamı kurgulamaktan da geri durmuyor. Tuzu kuru bu kesimler, en çok piyasa dedikodusu imâl eden ve yayan kitleyi de oluşturuyor.
İkinci gruba gelince... Elbette sosyal medya başta olmak üzere her türlü iletişim kanalını kullanmakta mahirler. İş insanları ve para profesyonelleri adına, bedeli mukabili yorum yaparak asıl geçimlerini temin ediyorlar. Olayın vahim yanı ise yabancı yatırımcılara veya değerlendirme kuruluşlarına güya "akıl sattıkları iddiasıyla", yazdıkları raporlarla ülkenin dış görünümünü bozan faaliyetlere ortak olmalarında düğümleniyor.
Üçüncü grubun tahlili çok daha derin. Mutlak manada, milliyetçi-muhafazakar insanlarla problemi olanlar bu grupta toplanıyor. 2013 yılındaki Gezi olayları, onların referans noktasını belirliyor. Karşı fikir geliştirmek ya da eleştirmek gibi demokratik misyon taşımıyorlar. Tam tersine bu görünüm altında açıkça siyasal düşmanlık güdüyor, topluma kin tohumları ekiyorlar. En tehlikelilerini ise sivil toplum kuruluşu şemsiyesi altına girerek, yabancı fonlar ve büyükelçilik programlarından beslenenler oluşturuyor. Ülkesine ve yönetenlere dönük ne kadar nefret üretirlerse o kadar ödüllendiriliyorlar.
***
Bütün bunlardan sonra en hassas konu bence bambaşka.
Neden? Çünkü iğneyi karşımızdakine batırdıktan sonra çuvaldızı da kendimize batırmak zorundayız!
İçimizdekilere, bizden olanlara, bizden görünenlere, iç hesaplaşmaya girişenlere, en yakındakinden en uzaktakine kadar sorumluluğu çok fazla olan önemli bir kitle daha var.
Gerçekleri görmeyen, görmek istemeyen, doğru bildiğini söylemeyen esasen bizden değildir.
Buradaki ince ayrıntı kritik eşiktir.
Bir politikaya destek vermek ve sahiplenmek ile o politika veya kararın zaman içindeki uygulama sonuçlarına göre özellikli mahfillerde gerekli inisiyatifi almamak arasında dağlar kadar fark vardır.
Kişisel beklentiler, kariyer planları insani açıdan bir yere kadar tolere edilebilir. Ancaaak... Şahsi kaygıya dayalı pozisyonlanmanın, kurumsal kayıp tehlikesi karşısında değeri bir hiçtir. Kişiyi de hiç düzeyine indirgeyiverir!
Evet, Türkiye ekonomide yeni bir yola girmiştir. Bu yola epeyce "el yapımı patlayıcı" da döşenmektedir. Lakin mayınlı sahayı göstermek ve o riski bertaraf edecek önlemlerin alınmasını sağlamak en kutsal görevdir. Nokta!