29 Mayıs günü Atatürk Havalimanı'nda (AHL) gerçekleşen görkemli tören, Türkiye'nin siyasi dinamikleri ve milletin tercihleri açısından oldukça dikkate değer mesajlar içeriyordu.
Eski havaalanının, dünyanın sayılı kent parklarından birine yani "Millet Bahçesi"ne dönüştürülecek olması, neden CHP'nin ve bilhassa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın bu kadar tepkisini çekti?
Cevapları arka arkaya sıraladığımızda görünen manzara şöyle:
Atatürk ismi etrafında yeniden polemik üretmek.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 8-9 yıl önce söz verdiği projeye dönük karşıtlık üretmek suretiyle ideolojik taban konsolidasyonuna yönelmek.
Havalimanının, eski haline dönüştürüleceği vaadi ile İstanbul Havalimanı'nın parmak ısırtan büyüme performansını gölgelemek.
Mega projelere teklif veren, yarışmacı ihalelere giren, mal varlığı Türkiye'de bulunan, eli taşın altında müteşebbislere korku salmak.
Yani...
Gezi olaylarındaki o meşhur itirafın, buraya uyarlanmış şekli ile...
Birileri için...
"Mesele Millet Bahçesi değil, hâlâ anlamadınız mı?"
***
AHL'de toplanan yarım milyonu aşkın insanın, siyasete etkisine gelince...
Kuşkusuz, AK Parti ve Cumhur İttifakı açısından büyük "moral" oldu. Milletin, AK Parti ile gönül bağının sürdüğünü gösteren örnekler her bakımdan etkileyici idi.
Lakin... Daha çok Cumhurbaşkanı'nın şahsı ile ilişkilendirebileceğimiz kitlesellik, doğru okunmalı ve asla "rehavete" yol açmamalı. Erdoğan siyasal markası değil bu sayıda, bunun 8-10 katını bulan kalabalığı dün olduğu gibi bugün de toplayabilir. Önemli olan, bu ilginin aynı zamanda "sürdürülebilir siyasal destek" olarak mutlak manada sandığa da yansımasıdır. Yani, klasik AK Parti tabanını da aşan milli bütünleşmenin 2023 yılına kadar erozyona uğramadan muhafaza edilmesidir. Bunun yolu da bellidir. Erdoğan lokomotifinin arkasına takılan ve vaziyeti idare eden vagonların sayısının azaltılması, siyasal çekicilerin sayısının ise artırılmasıdır.
Ayrıca, vatandaşın günlük hayatına olumsuz tesir eden mutfak, enerji ve ulaşım faturasında kalıcı rahatlama sağlanması da elzemdir. Şimdiye kadar alınan tedbirler gereklidir ama yetmemektedir. Zira yaz ayları ile birlikte bu üç kalemde gözlenecek mevsimsel iyileşmenin sonbahar ve kış aylarında da istikrarlı seyri, sandığın kaderinin tayin edileceği günler için belirleyici olacaktır. Farklı bakanlıkların konu bazında sergilediği çabanın, ortak ve gözle görülür neticelerinin alınması, bürokratik şovenizmin bir kenara bırakılması, "O iş filanca bakanlığı ilgilendiriyor" türü teknokrat manevralardan uzak durulması mühimdir. Neticede, bahse konu işler vatandaş açısından "hayat memat meselesidir." İşini gerçekten yapmayan, yapıyormuş gibi geçinen bürokrat da iş insanı da siyasetçi de önümüzdeki süreçte kaybedecektir. Fakat bu ülkenin 1 dakika bile kaybetmeye, geleceğinin maceraya atılmasına tahammülü yoktur!