Bizim, bir grup sanatçımızın dışa dönük yüzü ile gerçekliği arasındaki fark, bazı iş insanlarımızın halkla ilişkiler faaliyeti sayesinde oluşturdukları imajla asıl yüzleri arasındaki fark kadar belirgindir.
Sanatçılarımız genel olarak "muhalif kimlikte" konumlanmayı seçer. Bu muhalefet biçimi, siyasete karşı duruşun yanında, yaşadığı topluma ve değerlerine karşı protest ruhun çıkışlarını da içerir.
"Popüler olmak, popülist olmak ve toplumcu olmak" arasındaki yelpazede dağılan değişik sanat dallarından isimler, savundukları ilkelere göre çizdikleri rol modelin aksine, özel hayatlarında ve halka mal olan yönlerinde genelde sınıfta kalırlar.
Onları dokunulmaz kılan yanları da bizce nettir. Azınlıktaki bazı sanatçılar için yıllara sari ürettikleri eserler her şeye rağmen saygı görmelerini sağlar. Çoğunluktaki grup ise politik itirazlarıyla var olur ve bu muhalif ortak paydadaki iç ve dış çevrelerce beslenirler. Fondaş medya gerçeği gibi sanat camiasında da görüntüsü sivil olan ama dış kaynakla finanse edilen projelerin "kadim müdavimleri" söz konusudur.
"Sanatçı elitizmi" ise bambaşka tekeller yaratır. Kuralları onlar koyar, uygular, piyasayı belirler ve yalnızca kendisi gibi olanı himaye ederken kendisinden olmayanı ya dönüştürür ya da dışlar. Bir tür vesayet sistemi olarak da düşünülebilecek "sanatçı şövenizminin" kalıplarını kırmaya soyunanlardan çok azı başarılı olur, çoğu teslimiyeti kabul eder veya yok oluşa doğru sürüklenir!
İş dünyasına gelince... Burada aslolan "Baron-ik düzenin" sahipleri ve mirasçılarıdır. Bankacılık sistemi ile kolayca iç içe geçerler, küresel sisteme uyum sağlar ve yerli temsilcisi gibi davranırlar. Asli işini yapmak için belli derneklere, kulüplere, vakıflara ve en başında da localara üye olmaları zorunludur. O andan itibaren ticaret kadar siyaset yapma imtiyazına da kavuşurlar. Örneğin, Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği şemsiyesi altında "hak arama özgürlüğünü öven" bir patron, kendi iş yerlerindeki adaletsizliği sorgulayan garibanları sermaye, reklam ve bürokratik ilişki gücüyle eziverir. Mesele kendisine dokunduğunda, münferit olay olarak geçiştirmeyi, sessiz kalıp unutturmayı dener. Benzeri olaylarla karşılaşacağını düşünen dernek veya locadan arkadaşları ise haksızlık karşısında sesini yükselteceğine, kör-sağır olup, perde gerisindeki ilişki ağını işletir, yani algı yönetmeyi önceler!
Özetle...
Sanatçılarımızın da iş insanlarımızın da hatırı sayılır çoğunluğu "kendine demokrattır!"
Gel gör ki...
Sanat ve siyaset dünyamızın hedefinde hemen her zaman "milletvekilleri" vardır. Bu sıralar, "müteahhitler" de bu olumsuzluk akımından nasibini almaktadır. Milletvekili denilince hepsini bir potada eritmek haksızlıktır. Vekillikten önceki dönemden kalma bagajları olanlar ile vekil olarak kalabilmek için çabalayanlar dün olduğu gibi bugün de vardır. Lakin vekillerimiz, eleştiri sınırlarını aşan tepkileri hak edecek insanlar değildir. Evet, ülkemizdeki memur ve işçilerin ortalama gelirine göre vekillere tanınan mali imkanlar fazladır. Ama o imkanlar, vekillerin bağımsız davranabilmesi için gereklidir aynı zamanda, seçmenin hastasıyla ilgilenmekten memleketine kamu yatırımı beklentisinin karşılanmasına kadar yığınla talebin peşinden koşturması için azdır bile. Hele hele kritik siyasi anlarda gösterilmesi gereken tavır, yapılması gereken açıklamalar vardır ki... İşte vekillerin tartıya çıkarılma kriteri de burada başlamaktadır. Vekilleri hedef gösterenlerin ihmal edilemeyecek kısmının vekil olmak istediğini veya sorununu yine vekiller üzerinden çözebildiğini de unutmamak elzemdir.
Öte yandan dünyaya damga vuran Türk müteahhitleri, işleri kadar mesleki ve şirket itibarlarını da korumakla mükelleftir. İş alma, iş yapma ve tamamlama süreçleri ile kamudan (belediyeler dahil) ve özellikli nedenlerden doğan sıkıntılı durumların izahı da onlara düşmektedir. Yurtdışı müteahhitleri, bir Türkiye markasıdır. Dünyanın en zor coğrafyalarının kahramanlarıdır onlar. İşte bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Senegal'in başkenti Dakar'da açılışına katılacağı 50 bin kişilik olimpik stadyum. Hayatı, Afrika'nın en güç koşullarına sahip ülkelerinde geçen Summa Grup, bu başarısı ile sadece kendi markasını değil, Türkiye markasını da yukarıya çıkarmıştır. İyi örnekleri vermek de sektörel adil değerlendirme için bir mecburiyettir!