Maksat "üzüm yemek" olsa anlaşılır bir tutum. Ama "bağcıyı dövmek" olunca işin rengi değişiyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bunu hep yapıyor. Kritik bir devlet meselesinde kendisine bilgi verilirken de hassas kamu kurumlarının üst yöneticilerinden randevu alırken de sadece "kitle manipülasyonuna yöneliyor!" Paylaşılan özellikli bilgilere, devlet adamı ciddiyetiyle yaklaşmak yerine, ucuz popülizme abanıyor.
Yakın tarihteki üç örnek olay dahi Kemal Bey'in "samimiyet testini geçemediğini" gösteriyor.
Mesela...
Şubat ayında, Irak'ın kuzeyinde Gara bölgesindeki bir mağarada rehin tutulan vatandaşlarımızı kurtarmak üzere operasyon düzenleniyor. Kılıçdaroğlu, masumları katleden terör örgütü PKK'ya tek laf etmeden, alelacele Cumhurbaşkanı'nı eleştirmeyi önceliyor. Yetmiyor... Cumhurbaşkanı Erdoğan, olayın arka planını anlatması için Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yu, CHP Genel Merkezi'ne gönderiyor. Kemal Bey anlatılanları can kulağı ile dinlemiyor, doğru düzgün soru bile sormuyor. Görüşme sonrası klasik siyasi kodlarına dönerek, terör örgütünü lanetlemeyi ikinci plana atıyor, Erdoğan da Erdoğan diye tutturuyor.
Mesela...
Ekim ayında, Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu'ndan randevu istiyor. Talebine süratle "buyurun gelin" cevabı veriliyor. Sanırım, davete kendisi de şaşırıyor. 1.5 saat ağırlanıyor. Kurumun yıpratılmaması vurgulanıyor. Dışarıda açıklama yapılmaması ricası iletiliyor. Daha kapıdan çıkar çıkmaz, ayaküstü sağa sola ayar vermeye başlıyor. Haliyle, Merkez Bankası Başkanı da peşinden, Kurumunu korumak için karşı beyanlarda bulunmak durumunda kalıyor.
Mesela TÜİK...
Sürekli itibar suikastine uğruyor. Bu haksızlıklara karşın Eurostat da Dünya Bankası da Türkiye'nin veri üretme yöntemini de veri kalitesini de denetliyor. Öyle ki Dünya Bankası'nın, ülkelerin ulusal istatistik sistemlerinin performansını ve süreç geliştirme çabalarını değerlendirdiği endeksinde Türkiye, 178 ülke arasında, "en iyi 20 arasında" yer alıyor.
Demem o ki...
Muhalif siyaset, doğal mecrasından çıkarılarak kamu kurumlarını hedef alıp, günlük politikasına malzeme yapmaya tevessül ettikçe puan kazanmıyor aksine kaybediyor. Bu arada hem siyasetçi hem de kurumlar zımparalanmış oluyor.
Kaldı ki...
Muhalefet olarak elinizde her türden platform, hatta aklınızı idare eden yerli ve yabancı ajanslarınız da var. İddialarınızı ya da tenkidinizi ortaya koyacak ortamlar da fırsatlar da eksik değil. Gerekirse parti ekibinizin, partinize müzahir araştırma merkezlerinin verilerini de ileri sürerek, tezinizi savunacağınız kanallarınız da açık.
Ancak...
Kurumların kapısına dayanmak, ilgili bakan değişeli bir gün olmuş ve bürokrat, daha bakanı ile tanışamamışken siyasi şova meyletmek neresinden bakarsanız bakın talihsizlik.
Peki, bu tutum neyi gösteriyor?
Daha dün ABD Büyükelçisi Satterfield'ı parti genel merkezinde ağırlayan Kemal Beyin, aslında bir baskı altında olduğunu, iktidar hırsıyla yıpratıcı, tahrip edici siyaseti sonuna kadar kullanacağını...
Yazık, gerçekten yazık!
NOT: Önce Mülkiye! Bugün 4 Aralık... Mekteb-i Mülkiye'nin 162. kuruluş yıl dönümü. Mülkiye, format atılan dönemlerden geçse de bizce her zaman fikri zenginliğin, devlet-millet bilincinin kalbidir. Hep dediğimiz gibi...
Başka bir aşk istemez aşkınla çarpan kalbimiz
Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz
Gül ki sen, neşenle gülsün ay, güneş, toprak, deniz
Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz!
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz