Hakikaten tarihi günlerden geçiyoruz. Ekonomi politikasındaki yeni yazılımın kodlarını çözmek, geleceğe dair tahmin ve hedefleri analiz etmek durumundayız. Halen kurların yakıcı ama aynı zamanda Türkiye'nin gerçek kapasitesi, imkan ve kabiliyeti ile uyumlu olmayan seviyesi, özünde siyasal ve stratejik bilek güreşi yaşandığını teyit etmektedir. Tabii bu tür özellikli dönemlerde, hamasetten mümkün olduğunca arındırılmış, samimi, anlaşılabilir, ölçülebilir ve hatta takvimlendirilebilir bilgilendirmenin gerekliliği de ön plana çıkıyor.
Neden? Çünkü, puslu ortam bekleyen zinde odaklar; sade vatandaştan esnafa, iş insanından fon yöneticisine kadar uzanan geniş bir yelpazede, moral faktörleri aşındırmak için elinden geleni ardına koymuyor! Ve maalesef, sosyal medya manipülasyonlarıyla şekillenen sürü psikolojisiyle gelişen süreçte, kitlesel ve riskli hareketlere zemin yaratılabiliyor. İşte bu hal ve şartlarda ekonomide, "güven unsuru", "öngörülebilirlik" ve "beklenti yönetimi" kritik önemini koruyor.
Şunu unutmayalım...
Düşük faiz koşulları için mücadele etmek, esasen dünyadaki yerleşik finansal çevrelere bayrak açmak olarak yorumlanıyor.
Biliyoruz ki...
Sıcak para otoriteleri, hedef ülkelerde tahvil ve bono yatırımı yaptılar ve umdukları kadar para kazanamadılar. Bu nedenle olsa gerek, kısa vadeli küresel sermaye son aylarda emtia ve temel tüketim mallarını temsil eden şirket hisselerine yöneldi. İster istemez, -diğer faktörlerin de etkisiyle- üretici fiyatları tüm dünyada arttı. Bizim gibi ülkelere ise önce faizi yükseltme çağrısı yapıldı, sonra baskı kuruldu.
Eldeki veriler, ekonomide makas değişikliğine işaret ettiği için klasik manada "doğru ve yanlış" işaretlemesi yapmaktan ziyade, güncellenen tercihlerin dayanakları ile "kazanç ve maliyetlerine" bakmak daha anlamlı olacak.
Öncü sinyallerden yaptığım çıkarımlara göre, demek isteniyor ki...
Ülkemiz insanının kritik eşiği, dövizin ve enflasyonun yükselmesidir. Geçmişte bu eşikte her seferinde bedel ödeyen halk, kur-enflasyon-faiz sarmalında bocaladı ve sürekli siyasete fatura kesti. Nitekim eski sistemde, "düşük kur ve yüksek faize" katlanmak zorunda kalan siyasetçiler, düşük faizin orta vadede sağlayacağı kazanımlara yoğunlaşamadı ve bugünlere kadar gelindi.
Pandemi şoku sonrasında dünyanın hızlı dönüşümü, konjonktürel olarak Türkiye'ye düşük faiz politikası uygulamak için bazı fırsatlar veriyor.
Hali hazırda, Başkanlık sistemiyle sağlanan siyasi istikrar büyük bir teminat sunuyor.
Türkiye; IMF'ten, 2008 global krizinden ve pandemi şokundan çıkardığı derslerle, yeni döneme hazırlıklı ve tecrübeli giriyor.
IMF reçeteleri; dar ve sabit gelirliyi baskılar, faizleri yükseltir, istihdamı ve yatırımları sekteye uğratır, sadece sıcak para çevrelerine çalışırken, düşük faizli ortam, başlangıçtaki kur oynaklığına rağmen, istihdam ve refah etkisini artırmayı vadediyor.
Bugün varılan aşamada...
Bankaların yurt dışı swap işlemleri sınırlanmıştır. * Bireylerin döviz borcu değil, döviz varlığı mevcuttur. * Özel sektör döviz borcu, finanse edilebilecek esneklikleri içermektedir. * Bankaların açık pozisyonu yoktur. * Temel altyapı projelerinin tamamına yakını bitirilmiştir. * Türkiye'nin ithalatı USD, ihracatı Euro ağırlıklıdır ve bu, şanstır. * Turizm dinamik ve rekabetçi seyretmektedir. * Cari işlemler açığı azalmakta, fazlaya doğru yapılanmaktadır. * Bütçe performansı güven vermektedir. * Enerji sektöründeki yenilenebilir kapasitenin yanında, keşfedilen gaz yatakları ve doğalgaz depolama tesisleri arz güvenliği sigortasıdır.
İthal ikameci tesisleri önceleyen, teknoloji odaklı teşvikler, dar ve sabit gelirlileri gözeten kamu maliyesi önlemleri, tedarik zincirinde beceri ve lojistik üstünlükler, yenilikçi ve eğitimli gençlik...
Hepsi bir bütün olarak...
Türkiye'yi büyütmeye, döviz gelirlerini artırmaya, istihdamı yukarı çekmeye, enflasyonu indirmeye odaklıdır.
Bundan sonrası mı?
Epeyce yazıyı daha hak etmektedir. Lakin ilk etapta, "sabır, dayanıklılık ve dayanışma" ile ilgilidir. Zira, FETÖ'den başlayan ve onları besleyen iç ve dış ihanet şebekeleri de boş durmamaktadır!