Türkiye'nin "erkenden seçim havasına" sürüklenmek istendiği gün gibi aşikar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, defaatle seçimin zamanında yapılacağını söylediği halde. Yani... İktidar tarafında, "siyasal mühendislik" olarak nitelendirilebilecek bir çalışma söz konusu değil iken (buna seçim yasası revizyonu da dahil) muhalefetin kendi içinde giderek sertleşen biçimde "siyasi elense çekme" yarışına girmesi şaşırtıcı değil. Evet, evet şaşırtıcı değil. Neden? Çünkü cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu Millet İttifakı'nın kendi başına vereceği bir karar değil de ondan.
Peki, bu ne zamandan beri böyle?
En azından 25 Temmuz 2020'den bu yana böyle. CHP'nin 37. Kurultayı'nda Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "Dostlarımızla iktidar olacağız" söylemi, her bakımdan kırılma noktası idi ve CHP siyaseti henüz bu travmayı atlatamadı. Ama baskılamayı tercih etti. Sebebi ise 2019 yerel seçimlerinde, zoraki bir koalisyon bloku ile İstanbul'da seçimin kazanılmasından kaynaklandı. Zoraki diyorum, zira İstanbul'da Ekrem İmamoğlu isminin nasıl ve kim tarafından gündeme getirildiği, Kılıçdaroğlu'nun özel ev ziyareti ile Ekrem Bey'i Beylikdüzü'nden nasıl olup da "Türkiye düzlüğüne (!)" taşıdığı hâlâ bir muamma. Aynı şekilde Millet İttifakı içinde cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunun alevlendiği anlarda ABD'nin Ankara Büyükelçisi başta olmak üzere yabancı diplomatik misyonun harekete geçmesi tesadüfle açıklanabilir mi? Bugün CHP'de, "Kılıçdaroğlu-İmamoğlu- Yavaş" ekseninde kemikleşmekte olan grupların varlığı inkâr edilemeyecek bir gerçek iken devreye İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in de girmesine ne demeli? Kemal Bey'e, ani ve sürpriz kararlarına, onu etkileyen çevrelere pek güvenmiyor olsa gerek ki Sn. Akşener, yedeğine İmamoğlu'nu aldı bile. Ekrem Bey'in hırsı ve hedefleri onu, haliyle çok boyutlu ve değişken iş birliklerinin aktörü haline getirmekte. Belki de tüm bu hesap ve işlemler dahilinde İmamoğlu'nun yapacağı en doğru iş, Murat Karayalçın'la konuşması olacaktır. Ankara'nın 1990'lardaki başarılı ve popüler belediye başkanı Karayalçın, merkez siyasete girdiği andan itibaren iddiasını ve liderlik karizmasını kaybetti. Ki İmamoğlu ile kıyaslanamayacak ölçüde belediyeciliği ve sosyal demokrat siyaset adına söylediği sözler olmasına rağmen...
Ve nihayet... Kemal Bey ve arkadaşlarının, HDPKK ile flörtteki tutarsızlığı da bu denklemin belirsiz faktörü! "Militan Kürt oylarını alalım ama HDP'nin kamburunu taşımayalım" iki yüzlülüğünün sürdürülebilir olmadığı çok açık!
***
Yukarıdaki bilançonun yekûnüne gelirsek...
Hepsinin ortak paydası tek bir kişide düğümleniyor:
"Recep Tayyip Erdoğan!"
Ne pahasına olursa olsun Erdoğan'ı cumhurbaşkanlığından etmek üzerine kurulu bu karmaşık, hatta çapraşık ilişki ağı doğal olarak seçmene güven vermiyor. "Kitleleri manipüle etme, sinir uçlarına basma, sosyoekonomik hassasiyetlerini istismar etme" başlıklarından oluşan ve bunun için yalan söylemekten çekinmeyen siyasi zihniyetle ülke nereye gidebilir ki?
Buna mukabil AK Parti ve Erdoğan cephesinin siyasi ajandası, muhalefetin kurgusunu bozmak için üç noktaya odaklanmak durumunda. Mutlak olarak yalan terörü ile mücadele edileceği varsayımı altında...
1- Sığınmacı ve kaçak göçmen meselesinin etkin yönetimi. Toplumsal fay hatlarının tetiklenmesine karşı yüksek duyarlılık. Bilhassa Suriyeliler için "eve dönüş plânlamasının" güncellenmesi.
2- Yüksek büyüme ve rekor kıran ihracatın moraliyle birlikte muhakkak ki düşen enflasyon ve istikrarlı kur ortamının tesisi. Pandemi dönemi kayıplarının telafisi veya telafi edileceği umudunun pekiştirilmesi.
3- Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin kamuoyunca daha güçlü biçimde içselleştirilmesi adına bir reform programı geliştirilmesi ve erkler arası fren-denge mekanizmasının etkinleştirilmesi...