Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "Kanal İstanbul"la ilgili kararlı tutumu, dipteki muhalefet dalgasının su üstüne çıkmasına vesile oldu. Aylardır "Ya Kanal Ya İstanbul" propagandası ile mesafe kat eden, başını İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun çektiği organize gruplar, yeniden hareketlendiler. İşin buraya kadarki bölümü, demokratik bir toplumda görülebilecek "tezanti tez" tartışması olarak değerlendirilebilir. Ama maalesef mesele bu değil, daha doğrusu bu kadar basit ve sade değil.
Eğer Kanal İstanbul'u, "çevreye etkisi, fay hatlarıyla ilişkisi, finansmanı veya Montrö Boğazlar Sözleşmesi" bağlamında konuşuyor olsaydık, tüm taraflar ellerindeki argümanlarla hedef kitleleri iknaya çalışırdı. Bu tutum da gayet medeni bir iletişim dilini ifade ederdi.
Gel gör ki durum farklı... "İtirazları ile ihtiraslarını kamufle etmeye çalışan" bir siyasi kimlik var karşımızda. Aynı zamanda büyük belediyecilikte rüştünü ispat etmesi beklenen de bir aktör o. İstanbul'a dair vaatleri, icraları ve neticeleri ile karnesi yazılmadan, Ankara'ya dair arayışları ve siyasi yatırımları ön plana çıkan bir isimden bahsediyoruz.
Bir başka anlatımla...
Konu, Kanal İstanbul değil! İstanbul'da yapılacak kanala karşı çıkarak, bir siyasal tabanı konsolide etme ve CHP Genel Merkezi'ne kişisel projeleri dayatma gayreti. Yani, yapımı süren bilinçli siyasi faaliyet esasen "Kanal Ankara!" İstanbul üzerinden şekillendirilen "politik, diplomatik ve ekonomik ilişkiler ağının", Ankara'daki merkezi siyasete taşınması gayreti!
Türkiye tecrübesi gösteriyor ki...
Yaptırmama, yapılanı yıkma anlayışına yaslanan siyaset, er ya da geç kendi yükü altında kalıyor. Siyasi kanalların inşasına soyunan simalar ise toplum mühendisliği niyetleri deşifre oldukça başlangıçtaki popülaritesini kaybediyor. Ankara için yola çıkarken umduğu ile değil bulduğu ile yetinmek zorunda kalıyor!
***
"YALAN" SİYASİ İLETİŞİM DİLİ OLUR MU?
Olmaz. Olmamalı. Ama olabiliyor.
Neden?
Çünkü, iddia ve iftiranın hakiki manada siyasi bedeli ödenmiyor da ondan.
Bir konuyu, yalan siyaseti ile gündemde tutmaya çalışan muhalefet başkanları ayıplanmıyor, kınanmıyor ve toplumsal maliyetine katlanmıyor.
Örneğin, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, anında çürütülen son iddiası. Açıkçası, gerçeğe aykırı beyanı... Ve o beyandaki ısrarı. Kemal Bey'in, yakın ekibinin bilgi ve aktarımlarından hemen etkilendiği, çoğu zaman yeterince sorgulamadan kabul ettiği, haliyle mahcubiyet duyması gereken durumlarla karşılaştığı o kadar çok hadise var ki... "Katarlılara ücretsiz tıp eğitimi" yalanı da dürüstlük söylemine sarıldığını öne süren muhalif siyasetin en canlı çelişkisi.
Bütün bunlara rağmen, hakikati eğip bükme siyasetinin konjonktürel alıcılarının bulunması, en azından belli bir camiayı motive etmesi bile kısa günün kârı sayılıyor.
Lakin CHP'deki bu siyaset, dün olduğu gibi bugün de kısa vadeli kazanç uğruna uzun vadeyi feda edenlerin hüzünlü öyküsü ile yazılmaya devam ediyor.