Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Brüksel'deki NATO Zirvesi marjında gerçekleştirdiği temasların yankıları sürüyor. Erdoğan'ın, ABD Başkanı Biden ile görüşmesi ön plana çıksa da bu sürece, "Batı bloku ilişkiler" ve "yeni küresel denge arayışında Türkiye'nin yeri" üzerinden bakmak daha faydalı. Esasen bu bakış açısı Cumhurbaşkanımızın, "Bölgesel aktörlerin karar alma süreçlerindeki ağırlığı günden güne artıyor" sözüyle de sağlam bir çerçeveye oturuyor. Tam da bu nedenle, "AB, NATO ve ABD'nin" Ankara ile ilişkilerini güncelleme çabasını bir bütünün parçaları gibi görmek gerekiyor.
Erdoğan'ın, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İngiltere Başbakanı Johnson, Almanya Şansölyesi Merkel ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis'le görüşmeleri, Avrupa zemininde, krizli alanları izole etme, ortak çalışma konularına odaklanma iradesinin bir yansıması olarak dikkati çekiyor.
NATO'nun, askeri olduğu kadar siyasi örgüt olma çabası, uzaya ve siber güvenliğe yoğunlaşma gayreti, Rusya ve Çin'in etki alanını sınırlama politikası da Türkiye'yi kilit ülke konumuna taşıyor. Hele hele ABD askerlerinin çekilmesi sonrası Afganistan'da tesis edilen ortamın sürdürülebilirliği de kesinlikle Türkiye ile çalışmayı zorunlu kılıyor.
Nitekim, Türk-Amerikan ilişkilerini zehirleyen tüm dosyaların, görünür gelecekte iki ülke diyaloğunu ipotek altına almaması yönündeki niyet beyanı da küresel güvenlik mimarisinin gelecek tasarımında, Türkiye'nin göreceli üstünlüğünden kaynaklanıyor.
Ankara-Washington hattında, konuşma mekanizmalarının işlerliği bile, ABD'den "ağır baskı ve yaptırım beklentisindeki" malûm çevreleri hayal kırıklığına uğratmaya yetti. Oysa ABD'nin, pragmatik diplomasisi farklı işledi. Tabii bu demek değil ki müesses nizam boş duracak. ABD ile kişisel dostluktan da ilham alan ilişkiler döneminin geride kaldığını, kurumsal nitelikli ilişkiler döneminin başladığını reddetmek mümkün değil. Beyaz Saray ulusal güvenlik ekibi, dışişleri ve pentagonun oluşturduğu klasik bileşimin, perde gerisinde oldukça sistematik ve örseleyici yaklaşımdan geri durmayacağı öngörüsü de bir kötümserlik hali sayılmamalı.
Bu arada unutmadan...
Afganistan, TSK'nın yabancı olduğu bir coğrafya sayılamayacağı gibi, Afgan halkı da bize tarihi bağları ile oldukça yakın. Merak eden Atatürk için Afganistan'ın özel yerine dair yaşanmışlıkları okuyabilir. Mesela, 1 Mart 1921'de imzalanan Türkiye- Afganistan İttifak Antlaşması'ndaki, "Bu iki ülkenin kaderi ve saadeti birbirinindir" cümlesi mühimdir.
Ayrıca, Mehmetçik 20 yıldır Afganistan'da görev yapmaktadır. Bu coğrafyada riskli eşik, Taliban yönetimi ve onlara özgü İslam devleti anlayışından türeyecek engeller olabilir. Ki Taliban, NATO şemsiyesi altında gelen güçlere "yabancı" diye baktığını saklamamaktadır. Lakin görünür zaman diliminde, TSK'nın Kabil Havalimanı'nın güvenlik ve işletmesini üstlenmesi, bölgenin en önemli ülkesi ve Türk dostu Pakistan'ın kolaylaştırıcı girişimleri ile teminat altına alınabilecektir. Havalimanının faaliyette olması, Afganistan'daki tüm diplomatik misyonun kalıcılığının da ön koşuludur.
Özetle Türkiye...
Afganistan'dan Kosova'ya, Libya'dan Karabağ'a, Katar'dan Somali'ye, Aden'den Doğu Akdeniz'e kadar uzanan coğrafyadaki varlığı ile hem gerçek potansiyelini harekete geçirmekte hem de geleceğin dünyasındaki yerini sağlamlaştırarak AB, NATO ve ABD için vazgeçilmezliğini bir kez daha tescillemektedir.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz