Gerek "ekonomide" gerekse "insan hakları" başlığında ortaya konan yapısal dönüşüm iradesinin orta-uzun vadede sağlayacağı fırsatlar, kısa vadeye denk düşen sorunların çözümü ve yönetimi ile birlikte düşünülmek durumunda. "Milli Üretim Mücadelesi" veren Türkiye'nin, "fiyat istikrarı, finansal istikrar, mali disiplin, cari denge ve dinamik istihdam" ekseninde ilerlemesi tabii ki gereklilik.
Ancak...
Ekonominin sadece kamu bilançosu ile değil de özel sektörü de içine alan "Ülke Bilançosu" ile birlikte düşünülmesi gereken bir dönemdeyiz.
Yani...
Her şeyin odağına Merkez Bankası'nı yerleştiremeyiz. Hatta Merkez Bankası'nın, her ay tekrar eden ve kritik olarak nitelendirilen "faiz testine" tabi tutulmasına da kayıtsız kalamayız. Bugün faizle ilgili yukarı yönlü beklenti yaratan ve bu durumu ABD tahvil faizlerindeki artışla açıklayanların, bizler kadar reel sektör hassasiyeti taşımadığını göz ardı edemeyiz. Yeri gelince döviz kurunun yönetimi için duruma göre tarımsal ya da emtia kökenli arz şoklarının göğüslenmesi adına sürekli faiz silahının çekilmesini bekleyen piyasa, bir süre sonra maliyet enflasyonunu gerekçe göstererek "hep bana, hep bana" demeyi sürdürebilir.
"Yine faiz artır, sonra yüksek oranlı indirim yaparsın" senaryosu ile "faizi artırmayacaksan indirim fırsatı doğduğunda bu kararı aylarca erteleyeceğini hissettir" cenderesine sokulmak istenen Merkez Bankası tablosunu, özündeki küresel ve siyasal hesaplardan bağımsız düşünmemek lazım.
Tam da bu nedenle...
Sıkı para politikası şartlarında, maliye politikasında hedef ve sektör odaklı esneklikler üretmenin tam zamanı. Kısa çalışma ödeneği veya fesih yasağı kalktığında özel sektörün netleştirilmiş verileri görüldüğünde, bilhassa firmaların karşılaştığı maliyet baskısının yönetilmesi hem finans kesiminin hem de maliyenin yenilikçi yaklaşımlarını zorunlu kılabilir.
***
SAVUNMA SANAYİİ VE KOORDİNASYON!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı ekonomi reformu belgesinde iki yeni kurum dikkati çekti. Stratejik yönleri de dikkate alınarak, Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olarak kurulacak bu yapılar, "Sağlık Endüstrileri Başkanlığı" ile "Yazılım ve Donanım Endüstrileri Başkanlığı" olarak ilan edildi. Her iki yeni başkanlığın ilham kaynağının, Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) olduğuna ise kuşku yok. Cumhurbaşkanımızın yakın ilgisi ve desteği ile savunma teknolojileri alanında destan yazan Türkiye, dünyanın da ilgi odağı oldu.
Bugünkü küresel kritik eşikte ve güncellenen harp doktrininde, askerimizin cephedeki başarısı, yerli imkan ve kabiliyetleri kullanmasıyla da doğrudan bağlantılı. İşte bu nedenle SSB özelinde iki hususa dikkati çekmek durumundayız. Ki değineceğimiz noktalar, koordinasyon ve netice alma yetkinliğinin sürdürülebilirliği ile ilgili.
1- ABD'nin müttefiklik hukuku ile bağdaşmayan şekilde, Savunma Sanayi Başkanı'nı ve Başkanlığı'nı yaptırım kapsamına almasının Türkiye'deki süreç yönetimini bozmasına izin verilmemeli. Yani SSB, ABD'nin hedefinde diye savunma alanındaki iş ve işlemlerin farklı organizasyonlara dağılmasının yaratacağı riskler iyi hesap edilmeli.
2- Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde 2018 yılında kurulan Askeri Fabrika ve Tersane İşletme Anonim Şirketi'nin (ASFAT AŞ), SSB'ye alternatif kimlik kazanması eğilimi de titizlikle değerlendirilmeli. 27 askeri fabrika ve 3 askeri tersaneyi bünyesinde barındıran ASFAT AŞ ile SSB arasındaki ilişki biçimi yeniden ele alınmalı. MSB veya bir başka bakanlık bünyesindeki milli savunma içerikli projelerle dış satım çabalarının ikiliğe yol açmamasına özen gösterilmeli.
NOT... 18 Mart "Çanakkale ruhu", bin yıllık kardeşliğin mührüdür. Vatan mührünün bozulmasına dün olduğu gibi bugün de fırsat verilmeyecektir.