Konular, kişiler ve yapılması düşünülen işler iç içe geçince...
Dışarısı da bu süreçlere müdahil olmaya heveslenince...
Olayların birbiri ile ilinti örgüsünü doğru kurmak zorunlu oluyor.
Bizler...
Meselelere Türkiye merkezli bakmak durumundayız.
Gel gör ki küresel güçlerden medet uman sözde muhalif, özde gayri milli aktörlerin beyanları da araya girince "reform" heyecanı yaşayanların bile kafası karışıyor.
Neden?
Çünkü hukuk ve insan hakları bağlamında atılacak her ileri adımın taraftarları, bu çabaları manipüle etmek isteyen yabancıların içerideki sözcülerinin ağzından çıkanları da duyunca, çekinceye kapılabiliyorlar.
Unutmayalım...
Ülkemiz, "ekonomiyi, dış politik hamleleri ve terörle mücadeleyi" doğrudan ilgilendiren hassas bir dönemi yaşıyor.
Bu dönemde, rasyonel gerekçeler kadar irrasyonel beklentiler de devreye sokularak ittifak zincirleri koparılmaya, güven ortamı zedelenmeye çalışılıyor!
***
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
Şimdi sadeleştirerek gidelim...
Ekonominin yenilenen yol haritası duygusallıktan uzak ve gerçekçi...
Yani...
Reel şartları gözeten, stok sorunların aşılması için yıllara sari kazanımlardan cesaret alan özgün bir durum söz konusu. Bu yaklaşımın esası, stratejik tedbirler kadar psikolojik faktörler ile uluslararası siyasi ve finansal ilişkileri güncellemeyi de içeriyor.
Bu yüzden Merkez Bankası'nın faiz artırım kararı sanıldığı gibi
problemlerin çözümünü değil, çözüm için kazanılan fırsat günlerini izah ediyor. Ekonomi alanındaki istikrarın kalıcı olabilmesi, jeopolitik risklerin yönetimini öncelik haline getiriyor. Bir süredir
AB kanadında,
"Bu Türkler de çok oluyor. Onlar ancak güç gösterisinden ve yaptırımdan anlar" diyen lobinin
ağırlığı artıyor. Ki Libya'ya
insani yardım malzemesi
taşıyan Türk bayraklı ticari
gemiye AB deniz görev
gücü tarafından korsanca
tutumla operasyon
düzenlenmesini de 10-11
Aralık 2020 AB Devlet
ve Hükümet
Başkanları Zirvesi
öncesi mesaj olarak
okumak
mümkün!
Halen öylesine karmaşık bir denklem mevcut ki...
Hem AB ile ilişkileri bir zemine oturtacaksınız, hem
Doğu Akdeniz ve Libya'da Türkiye'nin hak alaka ve menfaatlerini koruyacaksınız, hem de AB ile dış ticaret ve sermaye akışı dengesini sürdürebilir kılacaksınız.
Kabul edelim ki...
AB'nin iki ana ekseni Almanya ve Fransa, Birlik içindeki gücü ve refahı Türkiye ile paylaşmaya yanaşmıyor. Tam üyelik perspektifinin içi sürekli boşaltılıyor. Türkiye, kendi kapasitesi ile milli çıkarları için inisiyatif alınca, bu kez frenlenmesi gereken ülke konumuna oturtuluyor! AB, hatalı yola girebiliyor.
Bütün bunların yanı sıra...
Terörle mücadele denildiğinde de
PKK'lılar,
FETÖ'cüler ve sokak kalkışmasının finansörleri ön şart olarak Türkiye'nin karşısına getirilebiliyor.
Gösterge olduğu ileri sürülen yargılamaların dosya bağlamından koparılarak sihirli (!) siyasal dokunuşla neticeye bağlanması gereğini ima edebiliyorlar.
İşte bu yüzden...
"Reform" denildiğinde
"durumdan vazife çıkaranlara",
"ne olacak?" merakı içindekilere,
"nasıl olacak?" diye kafa yoranlara aynı anda rastlanıyor.
Kim ne derse desin...
Ankara'da, reform adı verilen ve bir şeyleri yeniden şekillendirme arayışının da ötesinde
re-construction denilen yeniden inşa/yapılanma süreci başlıyor!
NOT: 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesi ile bizlere emeği geçen öğretmenlerimize saygılarımızı sunuyor, ebediyete irtihal edenleri rahmet ve dua ile yad ediyoruz...