Dün, iletişim sektöründe faaliyet gösteren, İstanbul'da şirket sahibi bir arkadaşımla sohbet ediyorduk.
Karşılıklı "iyi yıllar" dileklerinden sonra, "Altımızda toprağımız, üstümüzde bayrağımız. Bu ateş çemberi coğrafyada halimize şükür. Daha iyi olacağız inşallah" deyiverdi. Ben de bu mükemmel özeti yazımın girişine yansıtmayı görev bildim.
ABD'nin, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi öldürmesi, Ortadoğu'nun makûs talihinin 2020 yılında da kan, gözyaşı ve bölünmüşlükle devam edeceğini gösterdi.
Olay o kadar çok yönlü ve karmaşık ki... Dikkatlice analizi zorunlu kılıyor.
ABD deyip geçmemek lazım. Beyni İngiliz, bedeni İsrail olarak hareket eden bir organizma.
Bu yıl Başkanlık seçimleri var.
Washington'daki müesses nizamın yıldızının hiç barışmadığı Başkan Trump, yeniden aday. Amerikan milliyetçiliğine ve iyileşen ekonomik şartların avantajına oynayan Trump, azil senaryolarına rağmen kazanmaya çok yakın. Trump'ın, Beyaz Saray-Pentagon- Dışişleri eksenindeki yerleşik direnç unsurlarının gücünü kırmak için yatırım yaptığı tek seçenek ise İsrail oldu. Trump, İsrail'in gerilim yanlısı, ilhak içerikli politikalarına destek verdikçe Musevi lobisinin ilişkiler ağından da faydalanarak Kongre içi ve dışındaki muhalif odaklara karşı pozisyonunu korumayı başardı.
İran, mezhep temelli siyasi ihtiraslarını dış politika olarak kurumsallaştıran kimliği ile Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut çizgisinde, Basra'dan Akdeniz'e uzanan "Şii Hilali" peşinde koşmaktan vazgeçmedi. Pers-Acem bileşiminin gölge gücü Süleymani, bu nedenle milli kahraman özelliği kazandı. İnanç argümanları ile harmanlanmış paralimiter unsurlar, üçüncü ülkelerde operasyon kabiliyeti kazandırdığı kadar İran'ın başına bela da açtı.
Bağdat'taki ABD Büyükelçiliği'ni işgal girişiminin İran'la ilişkilendirilmesi ve sonrasında kesilen fatura bile başlı başına bir gösterge.
ABD-İsrail ve AB bloku bir dönem, Sünni İslam'ı "cihatçı terör" diye tanımlama gafletine düşerek, tam anlamıyla bilmedikleri Şia'ya bilhassa Irak'ta alan açılmasına göz yumdu. Bağdat'ta tezahür eden Şii formatlı dışlayıcı uygulamalar, DEAŞ'ın doğumuna kadar vardı. Böylece, Batı toplumları sözde yeni dış tehditle konsolide edilirken, Ortadoğu'ya şekil vermeye dönük gizli ajandaların sahnelenmesi için de gerekçeler üretildi.
Irak ve Suriye'nin fiili bölünmüşlüğü, bitmeyen iç çatışmalar, süper güçlerin vekalet savaşı arenasına dönüşen İslam dünyasının hali hakikaten ibretlik. ABD yaptırımları ile ekonomisi felç olan ve siyasi sarsıntı geçiren İran'ın, bu suikastı halkını motive etmek için fırsata çevirmesi kuvvetle muhtemel.
Aynı şekilde, yakın hedef gördüğü Irak ve Suriye'deki Amerikan askeri varlığı ve çıkarlarına dönük örtülü misillemede bulunmayı kafasına koyması ise sürpriz değil.
Türkiye ise İran ve petrol tesislerini hedef alabilecek olası saldırıların tırmandıracağı risklerin fazlasıyla farkında bir devlet.
Bu nedenle, itidali tavsiye etmekte. Ama İran ne zaman başı sıkışsa kapısını çaldığı Türkiye'yi, eli biraz rahatladığında rakip görmekten ve yıpratıcı politik araçları kullanmaktan hiç geri durmadı...
Özetle...
Türkiye mevcut kaotik küresel koşullarda milli birliğini daha da pekiştirmek; siyasi, ekonomik, askeri, diplomatik, istihbari kapasitesini daha da artırmak zorunda...