Türkiye siyasetinde, Mayıs- Haziran 2013'teki Gezi Olayları ile başlayan sosyolojik kırılmanın artçı şokları sürüyor. Ülkeyi yönetmeye talip olan partilerin önemli bir bölümünün, 2013-2016 arasında yaşanan, sistemik risk üreten travmatik gelişmeleri eksik değerlendirdiği ve milletin sağduyulu çoğunluğu üzerindeki anlamına göre politika üretemediği görülüyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile devlet idaresine yeniden şekil verilmesine "evet" diyen seçmen, ittifak modelleriyle oluşan siyasi bloklaşmaları ve içeriğini de dikkatle izliyor. Tam da bu nedenle 31 Mart 2019 seçimleri, yerel ölçekten uzaklaşarak anayasal reformun sürdürülebilirliğinin test noktasına dönüşüyor. Durum böyle olduğu içindir ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "önce millet-önce hizmet" vurgusu, hatta "gönül belediyeciliği" çağrısına karşın ülke genelindeki bazı merkezler bir tür "savunma hattı" mantığıyla dış kabuğunu kalınlaştırıyor. Bilhassa Alevi yurttaşlar ile yaşam tarzı tezini canlı tutan ulusalcı kesimler; Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerde ve kimi ilçelerde, belediyeleri "siyasi ve ekonomik soluklanma alanı" olarak tanımlıyor.
Detay bazında bakıldığında da ekonomik türbülansın sanayi bölgelerindeki olumsuz yansımaları, istihdamla ilgili tablo, seçmenin "midesi ile düşündüğüne!" ilişkin genel kabuller, sandığın hassas noktası olarak ön plana çıkıyor. Lakin yakın zamanda piyasa istikrarını pekiştirmeye, genç işsizliğine çözüm getirmeye dönük bir dizi tedbirin hayata geçmesi ile dönemsel sancıların azaltılabileceği öngörülebilir. Böylece, "durgunluk-işsizlik" sarmalı yaratılmasının önüne geçilebileceği gibi seçmenin 2019-2023 yıllarını kapsayan "asıl icraat takvimi" için yeni kredi açması sağlanabilir.