Ankara'da ne zaman güncel bir tespiti veya öneriyi gündeme getirsek, müzmin muhalif bir grup, "Yorulmadan, risk almadan bugün de maaşı hak ettik" diye neredeyse zil takıp oynayacak hale geliyor. Zira bizim sırtımızdan prim yapmaya, takıntılı ruh hallerini gizlemeye çalışıyor ve "Bakın, sadece biz söylemiyoruz, gördünüz mü onlar da şimdi (!) aynı şeyi söylüyor" türü gerekçeler üretiyorlar. Samimi değerlendirmelerimizi, kendilerince "karşı taraf!" diye nitelendirdikleri bizlerin zayıf noktası gibi sunmaya çabalıyorlar. Bir şeyi unutuyorlar. Her şeye kara gözlükle ve sadece iktidar karşıtlığı ile bakan, bunu da ülke sevgisinin gereği gibi sunanların arka planlarını biliyoruz. Bizler, ülkemizi seviyor, kronik sorunlu odaklara rağmen iyiyi, doğruyu, güzeli teşvik etmeyi sürdürüyoruz.
***
Bu kısa girişten sonra biz dönelim işimize... Yani asli konumuz olan
ekonomiye... İçinden geçtiğimiz türbülanslı
ortam gösterdi ki ekonomi, bileşik kaplar
misali işliyor. Olup bitene seyirci kalmak,
fırsatçılığa yönelmek, bireysel kurtuluşunu
aramak günün sonunda kimseye kazandırmıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı
Berat Albayrak'ın açıkladığı enflasyonla mücadele
programının da teyit ettiği gibi her şeyi
devletten beklemek yerine, elini taşın altına
uzatmak gerekiyor. Ve bu duruşun, bir
anlık, bir günlük olmaması, yalnızca Bakan
beyle aynı fotoğraf karesine girmekten ibaret
kalmaması önem taşıyor. "
Bu mücadelede ben de varım" diyen herkesin
hakiki manada yaptıklarını düzenli olarak
kamuoyuna ilan etmesi de ayrı bir anlam
kazanıyor. Milletin desteğinin sağlanmasının
ön şartı da devlet harcamalarına nasıl
çeki düzen verildiğinin gün be gün duyurulmasından
geçiyor!
***
Reel sektörün, ticaret kesiminin, sade vatandaşın özverisine baktığımızda bankalara dair beklentilerin düzeyi de artıyor. Konjonktürde kredi faizlerinin yüzde 40 ve üstüne çıkarılması, sonra yüzde 10 iskontoya karşılık gelen 3-4 puan indirim sözü verilmesi "
yetmez ama evet" çağrışımı yapıyor. Firma borçlarının iki yıla kadar yeniden yapılandırılmasına dair niyet beyanı ile olumlu puan toplayan Bankalar Birliği'nin meseleye, "
Benim görevim bu kadardı, bitti" diye bakma lüksü bulunmuyor. Hazır, toplumsal duyarlılık üst düzeyde iken bankaların, finansal gerçeklerini sahada anlatmaları gerekiyor. Merkez Bankası'ndan ucuz maliyetli kaynak bulup, yüksek maliyetli kredi olarak pazarladıklarına yönelik iddiaların altında kalmamaları için İstanbul'dan Anadolu'daki kritik üretim merkezlerine kadar her noktada iletişim stratejisi geliştirmeleri bir zorunluluk haline geliyor. Sadece kamu bankalarının gayretleri ile dondurulan mevduat faizi yarışının, reel sektöre getireceği ilave maliyetlerin doğru analiz edilmesi milli sorumluluğun gereği olarak karşımıza çıkıyor.
Özetle... Ekonomide karamsarlık bulaşıcıdır. Tam da bu nedenle gerçekçilik, dozunda kararlar ve güven veren tedbir takvimi ise hem morali ayakta tutar hem de geleceğin teminatı olur!