Türk-Amerikan ilişkileri tarihi dönemlerinden birini yaşıyor. Başkan Trump'la birlikte yeniden formatlanması beklenen bu özellikli ilişki, fırsatlar kadar tehditler de barındırıyor. Konuya, Türkiye merkezli baktığımızda ulaştığımız sonuçlar ile ABD'nin iç dinamiklerini esas alarak baktığımızda ulaştığımız sonuçlar farklılaşabiliyor. Bugün, daha çok ABD'deki geçiş dönemini ve iç değerlendirme biçimlerini esas alarak bazı kritik hususlara işaret etmek istiyorum.
Her şeyden önce,
Washington'da tek bir ABD yok.
Yani... Beyaz Saray, Dışişleri, Pentagon ve CIA'in yaklaşımları ve argümanları hâlâ çok değişik. Bundan daha önemlisi, Trump yönetimi henüz sisteme damgasını vurabilmiş değil.
Obama dönemi politikaları ve aktörleri yer yer etkili olmayı sürdürüyor.
Amerikalılar, Başkan Trump'la birlikte yeni paradigma inşasına değer veren Ankara'yı "romantik" buluyor. Özellikle Obama ekibinin etkilediği karar odakları, iki ülkenin şimdilik telefon diplomasisi ile gelişen temas trafiğini "Balayı" olarak nitelendiriyor. FETÖ ve YPG konusundaki eşiklerin kolay aşılamayacağını savunuyorlar.
DC'de bir görünmez elin, Trump- Erdoğan buluşmasını geciktirmeye çalıştığı izlenimi de ağır basıyor. Derin Amerika'nın, "Referandum takvimini" ve güya "tarafsız kalma" pozisyonunu bahane ederek, iki liderin buluşmasını mayıstaki NATO Zirvesi'ne kadar ötelemeye uğraştığı anlaşılıyor.
Buna rağmen Trump'ın çalışma arkadaşlarının yakın gelecekte randevu planlamaya çalıştığı belirtiliyor.
Başkan'ın, bilhassa Suriye konusunda, YPG faktörünü göz ardı etmeyen ama Ankara'yı da tatmin edecek "formül" üzerinde yoğunlaştığı anlatılıyor. Suriyeli Kürtlerle, terör örgütü uzantısı silahlı Kürt gruplar arasında nasıl ayrıştırma yapılacağı ise muamma olmayı sürdürüyor.
FETÖ'nün iadesi veya gözlem altında tutulması konusunda, Ankara'nın, nispeten iyimser hal alan değerlendirmeleri de şaşırtıcı bulunuyor. Amerikalılar, yargı ile ilgili aşamaların en az iki yıl süreceğinden eminler. Oysa Ankara, Obama döneminde ne zaman FETÖ konusu açılsa, dosyayı Adalet Bakanlığı'na havale edip, havanda su döven tarzdan farklı olarak, Trump ekibinden kiminle temas edilse, meseleyi bilen üsluptan ve ayrıca ilgi gösterileceğine ilişkin yönetsel sözlerden bir şeylerin değişeceği hissine kapılıyor.
FETÖ ile ilgili ilginç bir husus da ABD vizeleri ile bağlantılı. Amerikalılar özellikle 2008'den itibaren Pensilvanya merkezli ziyaretlerde, dolayısıyla vize başvurularında ciddi artışları fark etmişler. Kökü 10 yıl öncesine uzanan vize taleplerinde "polislerin" ağırlıkta olması, bu resmi kişilerin ya hiç yurtdışına çıkmamış veya sadece Umre'ye gitmiş olmaları, ABD'de adres olarak hepsinin aynı oteli beyan etmeleri de dikkate değer.
Bir başka grup vize ise "iş adamları" noktasında çarpıcı. Hemen hepsinin ya Türk Cumhuriyetleri ya da Afrika ülkelerine gitmiş olmaları, Pensilvanya'ya da gideceklerini söylemeleri de mühim.
Ve bütün bu vizelere "Fetullah Gülen" içerikli notlar düşülmesi ise bambaşka bir boyut.
Özetle...
ABD'nin bir kanadı FETÖ'yü küresel operasyonlar için kullanırken bir başka bölümü "tehdit algısı" içinde kayda almış görünüyor.
Ortak kanaat ise FETÖ'nün, ABD'nin federe yapısını ustaca manipüle ederek ve himaye görerek gücüne güç kattığında düğümleniyor.