Geçtiğimiz hafta Ankara'da önemli bir toplantı yapıldı. Çankaya Köşkü'ndeki zirve "müsteşarlar" düzeyindeydi. Başbakan Binali Yıldırım başkanlığındaki toplantıya kamudaki tüm müsteşarlar katıldı.
Bürokrasiye hâkim olanlar, müsteşarların devlet sisteminde çarkların dönmesini sağlayan kilit isimler olduğunu iyi bilirler.
Bu yönüyle bakıldığında, Başbakan Yıldırım'ın müsteşarları tek tek ve doğrudan talimatlandırmasını, koordinatör olarak Başbakanlık Müsteşarı Fuat Oktay'ı görevlendirmesini ciddiye almak gerek. Oktay'dan önceki Başbakanlık Müsteşarları -ki sonradan bakanlık da yaptılar- Ömer Dinçer ve Efkan Ala, müsteşarların müsteşarı gibi yetki kullanırlar, kamu kurum ve kuruluşlarını hayli etkin çalıştırırlardı.
Sn. Oktay'ın üstlendiği rol, Başbakan'ın başkanlık ettiği toplantıda alınan kararların takvime bağlanması ve takibi yönüyle yeniden "güçlü ve etkili müsteşar dönemine" dönüldüğünün de işareti gibi.
***
Cumhurbaşkanlığı sistemi bağlamında bakıldığında, "
etkin ve hızlı karar" alınacağı vurgulanırken, aslında bir ezber tekrar edilmiyor.
Tek parti hükümeti de olsa, bürokrasinin kendine özgü genetiği her devirde varlığını sürdürüyor. Tek merkezden koordinasyon olmadıkça, görevler bakanlık bazında ve tarihe endekslenmedikçe, hangi kurumun neyi, nasıl yapacağı çok açık direktifle belirtilmedikçe işler ortada kalabiliyor. Bazen işin asli sahibi bile belli olmuyor. Çoğu zaman, durumdan vazife çıkarıp, elini taşın altına uzatan bürokrata da rastlanmıyor. İşler uzadıkça uzuyor. Siyasi risk Başbakan'ın, bakanların üstünde kalıyor. -Ki yeni sistemde vatandaş faturayı doğrudan Cumhurbaşkanı'na kesecek.- Bürokrasi günlük hayatını kolaylıkla devam ettirebiliyor. Örnek mi istersiniz? O kadar çok ki...
Mesela, Başbakan Yıldırım, birkaç ay önce kamu kurumlarının dövize dayalı ihalelerinde, taksitlerin TL üzerinden tahsil edileceğini duyurdu. Ancak, hangi kurumun, ne alacağı var, TL'ye nasıl uyarlama yapılacak; bu adımları kimin koordine edeceği netleştirilmediği için beklendi de beklendi.
Geç ve güç de olsa tekil adımlar atılması ise yeterli sonuçlar üretmedi.
***
Asıl konumuza dönecek olursak...
Özellikle referandum sürecinde, devletin göstereceği refleks hayati önemde. Güvenlik riskinin bertaraf edilmesi, kriz anlarının doğru yönetilmesi, psikolojik üstünlüğün korunması, doğu ve güneydoğuda halkın günlük yaşamına tesir eden yatırımların tamamlanması, her türlü aile desteğinin verilmesi pek çok neticeyi değiştirecek kadar kritik değerde.
Aynı şekilde, doğudan batıya göç eden ailelerin veya doğudaki merkezi illere geçici olarak yerleşmek zorunda kalan vatandaşların iç dünyası da toplumsal barışın sürdürülebilirliği bakımından dikkate alınmak durumunda.
Anayasa oylaması öncesi, "
modern muhafazakârlar" ile "
endişeli modernler"
olarak sınıflandırılan grupları birbirinin
karşısına çıkarmaya çalışan provokatif unsurların
da hassasiyetle izlenmesi gerekiyor.
Terör üzerinden veya kur silahını çekerek, toplumsal fay hatlarında kırılma yaratacak tahriklere girerek, sosyal medya manipülasyonlarına yönelerek nisandaki sandığın yönünü değiştirmeyi hedefleyenler esasen boş bir "
hayır"ın peşinde koştuklarının farkındalar.
Ama onlar, Nisan 2017'yi oyalama harekâtı gibi icra edip, Kasım 2019'daki çifte seçim için mayın döşemeye başladılar bile...