Mesele, "temsil sorunuyla" sınırlı olsaydı, çözümü kolaydı. Her türlü görüş ve düşüncenin mümkün olan en geniş yelpazede Meclis'te karşılık bulmasını kim istemez ki? Ama işin aslı öyle değil. Neden? Çünkü üzerinde çalışılan senaryo; "HDP barajı aşsın, Çözüm Süreci ivme kazansın, silahlar ebediyen gömülsün artık siyaset konuşsun, ülke kalıcı barışa kavuşsun" senaryosu değil!
HDP ve baraj üzerinden seçim okuması yapanların ağırlıklı bölümü için HDP de adayları da önem taşımıyor. Onlar HDP'yi sadece konjonktürel politik araç olarak görüyor. Yani... AK Parti ile sandıkta rekabet edemeyen her türlü siyasal kurum ile AK Parti'nin tek başına iktidar gücünden ürken her türlü (yerli- yabancı) odak şimdilik HDP ortak paydasında buluşuyor. Ve küresel aktörler bugünlerde iki ayrı hesabı birlikte yapıyor!
Soru şu:
1- Önce AK Parti'yi, bu sayede Türkiye'yi mi zayıflatmalı?
Yoksa,
2- AK Parti nasılsa gücünü korur, o zaman Çözüm Süreci sabote edilerek siyaseti ve Türkiye'yi eş anlı zayıflatma stratejisine mi yönelmeli?
Emin olun, zamana ve zemine göre her iki seçenek için de gerekli altyapı hazırlanıyor!
1- AK Parti'yi aşağıya çekmek isteyenler bakımından HDP ne pahasına olursa olsun yüzde 10'luk seçim barajını geçmeli. Doğu'da silahla, Batı'da güvercinle yürütülen cilalı imaj kampanyasının ana ekseni de bu. HDP 50-55 milletvekili çıkarsın, AK Parti 300'ün altına insin. Selahattin Demirtaş fiilen ana muhalefet partisi lideri haline gelsin. İktidar, güçlü karar alma kabiliyetini yitirsin, müzakereye açık pozisyonda tutulsun, tavize zorlansın, ekonomi diken üstüne otursun!
2- Peki ya HDP'nin baraj altında kalmasını isteyenler? AK Parti'nin yeni anayasa yapacak yeterli çoğunluğa erişeceğini iyi biliyorlar. Lakin... Referandum takvimi, Başkanlık sistemi arayışı ile sanıldığı kadar ilgilenmiyorlar. HDP, Meclis'e giremedi mi, "Meşruiyet ve temsilde adalet" tartışması başlatmayı hedefliyorlar. "Sayısal çoğunluk var ama siyasal çoğunluk yok" diyerek, terör örgütünü silah bırakmaktan uzaklaştırmayı, Çözüm Süreci'ni kesintiye uğratmayı amaçlıyorlar.
Özetle... Kısa vadeli çıkarlar ile uzun vadeli çıkarlar arasında tercih aşamasındalar.
Bu vesile ile belirtmek gerekir ki, memleketin her noktasında siyaset yapabilen tek parti olarak AK Parti'nin kaderi, ülkenin kaderi ile iç içe geçmiş durumda. Tabii bu kader kesişmesi, AK Parti'nin 7 Haziran Seçimleri'ni fırsat bilerek iç muhasebe yapmasını, toplumsal tansiyonu düşürmesini, farklılıkları kutuplaşmadan kurtarmasını, yeni ekonomi öyküsü yazmasını, hukuk güvenliğini temin etmesini önlememeli! Bizim gibi düşünenleri "dost", eleştirenleri "düşman" kabul eden veya her problemli durumu "komplo teorisi" ile açıklayan anlayış ne AK Parti'yi ne de Türkiye'yi bir yere götürür. Unutmayalım içerde birbirimizle ne kadar uğraşırsak uğraşalım, bunun bir de dışarısı var.