Ekonomi, küresel finansal krizin başladığı Ağustos 2008'den sonra ilk kez bu kadar gündemde. Yakın zamana kadar "otomatik pilotta" görülen ekonomi yönetimi, türbülans koşulları nedeni ile elle kumanda edilmesi yani tecrübenin konuşturulması gereken bir dönemde. Ekonomiyi, herkesin ilgi merkezine oturtan iki ana faktör söz konusu. "İç kurgular ve ağırlaşan dış mali koşullar."
İçeriye bakıldığında, Cumhurbaşkanı'nın özel konumuna ayrı parantez açmak zorundayız. Halk tarafından doğrudan seçilmiş olması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı, anayasada yazılı kuralların ötesinde bir noktada konumlandırıyor. Buna siyasal karizması, mutlak seçim başarıları ve liderlik performansı da eklendiğinde, bambaşka gerçeklik karşımıza çıkıyor. Cumhurbaşkanı'nın faizle ilgili değerlendirmeleri piyasa spekülasyonuna malzeme yapılırken, -kötü niyet yoksa- abartının dozu kaçırılıyor. Erdoğan'ın, yüksek faizle ilgili görüşleri ve büyüme hassasiyeti yeni değil. Başbakanlığı sırasında da dile getirdiği samimi düşünceleri. Üstelik tezlerini, geçmişte Bakanlar Kurulu'na brifing veren Merkez Bankası başkanlarına da söyledi. Yani, durup dururken dertlenmiyor. Öteden beri canlı tuttuğu bu konuyu yeniden tartışmaya açıyor. İddia edildiği gibi -kamuoyunca yakından tanınanlar da dahil- danışmanlarınca yanlış yönlendirilmiyor. Danışmanların özgün görüşleri ile mevcut durum örtüştüğü gibi, sanıldığı ölçüde her gün Cumhurbaşkanı'na aynı hususlar da tekrarlanmıyor. Artık kabullenilmesi gereken nokta şu: "Merkez de faiz politikası da eleştirilebilir. Bankanın karar verme gerekçeleri ile sonuçlarının ekonomiye, hatta siyasete etkisi de konuşulabilir."
Eleştirinin Cumhurbaşkanı'ndan gelmesi, alışık olunmayan durum gibi sunulsa da Erdoğan'ın bilinen tarzı içinde bunun da sürpriz sayılmaması gerekiyor.