Güncel ve sıcak olaylar sırasında en fazla dikkat ettiğimiz husus, "kurumların yıpranmamasıdır!"
Kurumsallaşma, yazılı kurallara uyum ve teamüller "demokrasi açığı" olan ülkelerde kamu vicdanının tesisi bakımından önemlidir. Lakin kurumlar ve özellikle kurumları temsil eden yöneticiler, eleştiriden bağışık değildir.
Üstelik bu kurumlar, hepimizin ortak paydasını oluşturan hukuki ve ekonomik çerçevede sonuç üreten kararlar veriyorlarsa...
Tahmin edileceği üzere, odaklanacağımız ilk kurum "Anayasa Mahkemesi (AYM)."
Değerlendirmemiz haliyle Başkan Haşim Kılıç'ın bundan sonra oynayacağı rolün tarafsız ve bağımsız olup olmayacağıyla da ilgili.
12 Eylül 2010 referandumunun AYM'de yapısal değişime yol açtığını, Yüksek Mahkeme'nin gerek üye sayısındaki hızlı değişim gerekse, yeni görevleri dolayısıyla geçiş dönemi sancıları yaşadığını kabul edebiliriz. Hatta giderek "Türkiye İnsan Hakları Mahkemesi'ne" dönüşeceğini de düşünebiliriz. Burada bizim açımızdan iki kritik gösterge söz konusu:
1- AYM'nin, gerek yasaların anayasaya uygunluğunu denetlerken gerekse, insan hak ve onurunu koruma misyonu ile hareket ederken durumdan vazife çıkarıp çıkarmayacağı, yetkisini genişletip genişletmeyeceği, yani aleni kurallara rağmen sürpriz yapıp yapmayacağı.
2- AİHM kararlarında ifade edildiği şekliyle şiddeti teşvik etmedikçe, kendisine karşı şok edici yorumlara ne kadar hazırlıklı olduğu. Bir başka anlatımla, siyasete ve siyasetçiye hiza vermeye soyunur, kararları ile konuşmak yerine, polemiğe girmeyi tercih ederken ne ölçüde duygusallıktan arınabileceği.
Kuşkusuz bir diğer önemli nokta da bizzat Başkan Haşim Kılıç'ın, 25 Nisan 2014'te yaptığı konuşmadan sonra önüne gelecek dosyalarda ne ölçüde objektif davranabileceği.
Kılıç, bugünden itibaren anayasaya aykırılık iddiasıyla önüne gelen dosyalarda, şu veya bu şekilde yön verebildiği bireysel başvuru kararlarında bitaraf kimliğini ispat etmekte çok ama çok zorlanacaktır. Hele hele AYM'nin, Yüce Divan sıfatıyla bakması muhtemel fezlekeler dikkate alındığında, Haşim Kılıç ve beraber tavır alan üyeler tartışmaların merkezinde konuşlanacaktır. Bu yüzden, hassas kurumları temsil edenlerin beyanları sadece kendilerini değil, geleceği de bağlar.
Çoğu zaman ipotek altına alır. Maalesef Sn.
Kılıç bunu bilmesine rağmen tartışmanın fitilini ateşlemiştir.