Sahiden anlamak mümkün değil. Ya "zamanlama hatası var" ya "basiretsizlik" ya da "kasıt!"
Mesela...
Başbakan Tayyip Erdoğan, 26-27 Ekim'de Van'a gidiyor. Deprem konutlarının yeni etabının teslimini gerçekleştiriyor. Devlet, 17.489 konut sözü veriyor ama fazlasını yapıyor (18.628 konut). İnşaatını rekor hızda tamamlıyor. Hak sahipleri evlerine yerleşiyor. Derken Başbakan bir vatandaşla sohbet ediyor. Anahtarı alan vatandaş "Okul olmadığı için henüz eve taşınmadık" diyor. Başbakan kızıyor. Okulun derhal tamamlanması talimatını veriyor. Oysa okul inşaatı bitmiş. Ama İl Milli Eğitim "yeterli öğrenci yok" diye düşünüyor, "çocukları taşımalı eğitimle yakındaki okullara götürürüz" diye karar alıyor. Yani, bir işgüzarlık yüzünden okyanus geçilip, derede boğulma manzarası ortaya çıkıyor. Oysa depremin yaralarını sarmak için Van'da iki yıla sığdırılan yatırımın tutarı 5 milyar lira. Üstelik stratejik bir il. Devlet-vatandaş barışması ve çözüm sürecinin yarattığı iklimin somut sonuçlarının görülmesi açısından örnek bir şehir. Gel gör ki Ankara ne kadar çabalarsa çabalasın, aynı hız ve hırsla çalışmayan yöneticiler, büyük hizmetlerdeki can sıkıcı aksaklıklar yüzünden arzu edilen netice alınması zorlaşıyor.
***
İşte, bir başka canlı örnek daha... Başbakan, 30 Kasım'da yani hafta sonu Muğla ve ilçelerinde olacak. Peki, tam bu sırada nasıl bir adım atılıyor? Muğla Yatağan'ı ayağa kaldıran, işçileri sokağa döken, polisle karşı karşıya getiren "
özelleştirme kararı" ilana çıkıyor. O kadar sene bekleyen Kemerköy, Yeniköy, Yatağan, Çatalağzı Termik Santralleri ile Kemerköy Liman Sahası'nın özelleştirilmesi için düğmeye basılıyor. Şehir geriliyor. Bu santrallerin çevreyle dost hale getirildikten sonra özelleştirilmesi tartışma yaratıyor. Özelleştirme kapsamındaki tesislerin kurulduğu arazilerin bir bölümünün şahsi mülkiyet olduğu öne sürülüyor. Nereden baksanız çetrefilli bir durum. O santraller, bir kentin hayatını temsil ediyor. İnsan ister istemez 1990'ların ortalarında Karabük Demir Çelik Fabrikaları'nın özelleştirilmesi sürecini, yapılan hataları ve büyük bedel ödendikten sonra bulunan, kenti de içine katan çözümü hatırlıyor.
Şimdi, Başbakan'ın ziyareti öncesinde toplumsal tansiyonu düşürecek formül üretilmeye uğraşılıyor.
***
Benzeri bir durum "
dershanelerin dönüştürülmesinde" yaşanıyor. Başbakan, bu konudaki kararlılığını bir yıl öncesinden açıklıyor. Lakin bir kısım bürokrasi, temenni dokümanları hazırlamanın ötesinde, işe dört elle sarılmıyor. "
Nasılsa olmaz" diye bakıyor veya "
direnç" gösteriyor. Yine de her ihtimale karşı, bazı önerileri yedekte tutuyor. Pratik karşılığını, siyasi ve ekonomik maliyetini yeterince hesap etmiyor. Bakanlık'ta göreve gelen yeni kadro masadaki reçetenin yan etkilerini hemen fark ediyor. Böylece hükümet, bir yandan dönüşüm için ciddi siyasi risk alırken diğer yandan dönüşümün sancısını azaltacak güncel önlemler düşünüyor.
Tabii ki dershane konusuna damardan giren ve cephe harekâtı başlatan Hizmet Hareketi de gerek dil ve üslup, gerekse kullanılan yöntemler nedeniyle siyaset kurumunu zedeliyor. "
Durduracağım" derken bizzat acul tavrı ile "
dönüşümü hızlandırıyor."
Sonuçta... Olup biteni kenardan izleyen malum çevrelere gün doğuyor.
Gelinen noktada... Seçilmişlerin kararını, dünyevi ve uhrevi tüm grupların içine sindirmesi, telafisi güç ve olanaksız yaralar açmaması gerekiyor!