Önceki akşam Polis Balosu'ndaydım. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kilit isimleriyle sohbet imkânı buldum. Gündemin ana konusu "terördü." Ve gördüm ki Suriye'deki gelişmeler, tahminlerimizin de ötesinde stres kaynağı. Bir grup, Türkiye'nin, Suriye'de sıcak çatışmaya sürüklenmesinden endişeliydi. Diğer grup, Suriye üzerinden "terör ihracı" ihtimali üzerinde duruyordu.
Anlaşılan o ki ülke içinde ve Irak'ın kuzeyinde gerçekleştirilen nokta operasyonlar ile KCK yapılanmasına yönelik hukuki takip, güvenlik ve istihbarat birimlerinin elini hayli rahatlatmış. Emniyetçilerin kendine özgü kriterleri var. Örneğin, dağda öldürülen PKK'lıların cenazeleri... "Eskiden örgüt, 4-5 bin kişinin katıldığı gösteriler organize eder. Tabanı canlı tutmak için cenazeleri kullanırdı. Artık bu tarz kitlesel eylem kapasitesini büyük ölçüde yitirdi" diyorlar.
KCK'nın deşifre edilmesi ile "yeni bir fırsat penceresi" açıldığını, örgüt yeniden toparlanmadan önce sorunun çözümü yolunda irade sergilenmesi gerektiğini söyleyenlere de rastladım. Demokratik açılımı KCK'nın baltaladığını, KCK çökertilmeden açılım politikası geliştirilmesinin yanlışlığını anlatanları da dinledim. Bir de "terörün yeniden tırmandırılması" boyutu söz konusu... Kuzey Irak'taki lojistik merkezleri ağır darbe yiyen örgütün, Suriye sınırına 300-500 civarında militan kaydırdığı, Suriye'den kısa menzilli füze sistemi temin ettiğine ilişkin istihbaratlar da dikkatle analiz ediliyor.
Ve Uludere olayı... Sivil insanların bombalanmasının yarattığı travma hâlâ devam ediyor. Tabii güvenlik güçlerinin kaybı da. Emniyet özel harekâtın son olarak Cudi'de verdiği şehitler, hava operasyonlarındaki tereddüde bağlanıyor.
***
Söz terörle mücadelenin Suriye boyutundan açılmışken...
Şam rejiminin dinamiklerini bir kez daha hatırlamakta yarar var. Nusayri kökenine karşın Esed, gerek devlet yönetiminde gerekse ticaret hayatında ittifak kurduğu Sünni odaklara yaslanmayı sürdürüyor. Örneğin Halep'teki ekonomik aktörler henüz Esed'le bağını kesmiş değil. Nitekim Suriye'deki değişimin önünde beş temel engel karşımıza çıkıyor.
1- Baskıcı rejimin kök saldığı Baas Partisi'ne her şart altında parlamentoda çoğunluk sağlayan yasal düzenleme öylece duruyor.
2- Siyasi istihbarat, genel istihbarat, askeri istihbarat ve hava istihbaratından oluşan ve örümcek ağı gibi ülkeyi saran rejim bekçileri her köşede dehşet saçıyor.
3- Nusayrilerin örgütlediği illegal milis gücü Şebbiha muhaliflere karşı gelişigüzel silah kullanabiliyor.
4- Esed ailesinin birinci halkasında konuşlanan az sayıda işadamı "GSM, banka, inşaat, havayolu şirketi, televizyon kanalları, serbest bölge işletmeciliği, petrol ticareti" imtiyazını tekelinde tutuyor ve dışa açık ekonomiye direnç gösteriyor.
5- Ortadoğu'da etkin olmak isteyen Rusya geleneksel müttefiki Suriye'yi cesaretlendirirken İran da Şii savunma kalkanı adına Şam'la birlikte yürüyor.
Gerek Suriye'nin iç yapısı gerekse dış koşullar, Beşar Esed'in sallanmakta olan koltuğunu şimdilik iki uçtan tutuyor. Bu nedenle Türkiye'nin işi giderek zorlaşıyor. Şimdiye kadar göç dalgasına karşı savunma pozisyonunda duran Ankara, sınır ihlalleri ve açık silahlı saldırı karşısında bu kez B Planı'nı gözden geçiriyor. Suriye topraklarında "
tampon bölge" kurulması ve "
insani yardım koridoru" açılması. Kuşkusuz bunlar, Türkiye'nin tek başına vereceği kararlar değil. BM Güvenlik Konseyi olmazsa NATO Konseyi bu açıdan özel önem taşıyor. Başbakan
Tayyip Erdoğan da Çin'den dönüş yolunda zaten bu mesajı veriyor!