Türkiye'nin "teşvik sistemi" özünde "başarı öyküsü değildir!" 1990'larda hibelerle başlayan, sonrasında düşük faizli kredilerle devam eden girişimler ya siyasetçiler ya da işadamları tarafından istismar edilmiştir. 2000'lere girilirken geliştirilen model ise Planlama Teşkilatı'nca fi tarihinde yapılan sosyo-ekonomik gelişme endeksine göre kurgulanmış ve maalesef dengeli kalkınmaya hizmet etmemiştir. Her milletvekili sadece kendi seçim bölgesini düşündüğü için büyük resim hep ıskalanmıştır. 20 yılı aşkın deneyimden sonra galiba bu kez teşvik işi yerli yerine oturacak. Geçtiğimiz hafta SABAH Ankara Bürosu'nda konuk ettiğimiz Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın çizdiği çerçeve umut verici idi. "Her alanı ve her bölgeyi teşvik edeceğim" derken aslında hiçbir özellikli alanı ve geri kalmış bölgeyi teşvik edemeyen Türkiye profili değişecek gibi. Teşvik sisteminin "stratejik sektörler", "ithal ikameci yatırımlar", "bölgelerarası gelişmişlik açığının kapatılması", "ileri teknoloji-yüksek katma değer" eksenindeki farklı bileşenler üzerine inşa edilmesi gerçekten önemli. Bu sayede, milyarlarca dolarlık demir-çelik ithalatı da yerli üretimle telafi edilebilir, yazılım sektörü de filizlenebilir. Örneğin, Erzurum'da gıda-tarım sanayii geliştirilirken İstanbul havzasında kimya-ilaç sanayii yatırımı, Bursa'da akıllı motor yapımı başarılabilir. Eğer sulandırılmaz, odaklanma alanları şişirilmez, yerel dinamikler de sahip çıkarsa ülkenin kaderi değişebilir. Çağlayan'ın bize ana hatlarını aktardığı, detaylarını Başbakan Tayyip Erdoğan'ın açıklayacağı teşvik sistemi mutlaka "yerel kalkınma ajansları" ve "yatırım destek ve tanıtım ajansı" ile de buluşturulmalı. Aksi takdirde bilinen "merkezi planlama tuzağına" yeniden düşülür.