1990'lar, derslerle dolu, fırtınalı yıllardı. Pek çok isim geldi geçti. Pek azı iz bıraktı. Benim hatırladığım anekdotlardan biri, "devlet" algısı üzerineydi. Devletin küçülebildiği veya büyüyebildiği özellikli durumdu söz konusu olan...
Geçtiğimiz hafta elim bir olayda yitirdiğimiz Yener Dinçmen'i, 1993 yazında tanımıştım. Yurtdışı görevinden Ankara'ya dönüş emri almıştı. Belki de Hazine Müsteşarlığı'na atanacağını düşünüyordu. Ama kısmeti, Gümrük Müsteşarlığı oldu. Orada fazla kalamadı. Dönemin bakanı ile anlaşamadı ve ayrıldı. Sonrasını merhumun ağzından aktarayım...
"Bir cumartesi günü, hususi arabamla Ulus'taki müsteşarlığa gittim. Tam park ediyordum ki trafik polisi geldi. 'Burada duramazsınız yasak' dedi. 'Memur bey, ben Gümrük Müsteşarı idim. Dün görevi bıraktım. Özel eşyalarımı toplayıp çıkacağım. Biraz idare eder misiniz?' diye sordum. İtiraz etmedi. Tarihi binaya girdim. Makam odası kilitliydi. Bir yabancı gibi kapıyı açtırmak için saatlerce uğraştım. Mevcutlu şekilde birkaç parça öteberiyi toparladım. Elimde küçük bir karton kutu, merdivenlerden iniyordum ki yine aynı polisle karşılaştım. Birden esas duruşa geçti, selam verip, aracın kapısını açtı. 'Buyurun sayın müsteşarım' dedi. Gözlerim doldu. Direksiyonda ağlamaklı halde, devletin iki farklı yüzü arasında gidip geldim. O an devlete küsmemek gerektiğine ilişkin inancım bir kez daha pekişti!"
Yener Bey, daha sonra Hazine Müsteşarlığı da yaptı. Devletine bağlıydı. Sert mizacı, oğlunu kaybettikten sonra sanki yumuşamıştı. Babacandı. Herkese eşit mesafede dururdu. Özünde ketumdu. IMF ile kritik pazarlıklar yaptı. Ser verdi, sır vermedi. Bir soruşturmayı içine sindiremedi ve müsteşarlığı bıraktı.
Allah rahmet etsin. Yener Bey, makamların gelip geçiciliği üzerine güncel bir örnek. Hangi unvanı taşırsanız taşıyın, hangi güce erişirseniz erişin elbette her işin bir sonu oluyor. Hatta gün geliyor, "Ömür bir nefes derinden" misali, yaşam da son buluyor. Ve geride, "hatıralar" kalıyor. Eğer şanslı iseniz "iyi yad ediliyorsunuz."
Diyeceğim o ki muktedir olmak, iktidar nimetlerinden yararlanmak, zamanla "akıl tutulması" yaratabiliyor. Ama kudret sahibi iken yarın hesabıyla yanıp tutuşanlar değil, yarınlar için çalışanlar yaşatılıyor.