Murat Bardakçı, Atatürk'ün 1956 yılında hayatını kaybeden ve pek konuşulmayan kız kardeşi Makbule Hanım'ın hiç yayınlanmamış hatıratı ve mektuplarından hayat hikâyesini yazdı.
Bazı isimlerin ve ifadelerin sansürlendiği kitapta Makbule Hanım resmi söylemin dışında bir Atatürk portresi çiziyor. Hatırata göre Makbule Hanım belirli bir yaşa kadar okuma-yazma dahi bilmiyordu ve okuma-yazma öğrenmesine, eğitim almasına abisi engel olmuştu:
"Atatürk çok kıskançtı. Ben mektebe giderken yolumu keser, 'Haydi eve' der ve beni yoldan çevirirdi. 'Ben senin için okuyacağım' derdi. Beni hiç rahat bırakmazdı. Annem de baktı ki ben cahil kalacağım, evde hususi hoca tuttu. Ona da mâni oldu. 'Kardeşimin ahlakı bozulur' der ve bırakmazdı. Böylece hepsine mâni oluyordu. Annem bir gün âmâ bir hafız tuttu. Ağabeyim buna da mâni oldu. 'Bu kız bunlardan çok fena şeyler öğrenecek. Hafız hiç olmazsa dizine dayanarak ayağa kalkacak, ben buna razı değilim' dedi ve mâni oldu."
Bardakçı kitapla ilgili yaptığı röportajda da Falih Rıfkı'dan yaptığı bir alıntıyla Makbule Hanım'ın beyanlarını teyit ediyor:
"Kadın anlayışında pek garplı olduğu söylenemez. Hatta hanımların tırnaklarını boyamasını bile istemezdi. Son derece kıskançtı. Denilebilir ki harem eğiliminde idi. Bu onun hissi, mizacı ve alışkanlığıdır. Kafasına göre kadın hür ve erkekle eşit olmalı idi. Batı medeniyeti dünyasının kadını ile Türk kadını bütün aşağılık duygularından kurtulmalı idi. Medeni Kanun'la Türk kadınına Garp kadınının bütün haklarını veren Atatürk, kendi münasebetlerinde, bırakınız ecnebi erkekle evlenen Türk kadınını, ecnebi kadınla evlenen Türk erkeğine bile tahammül edemezdi. Devrimlerin büyük ve eşsiz kahramanı, kendi koyduğu kanunun sonuçları ile karşılaşmak lazım gelince 'Bize göre değil ha çocuklar' derdi."
Müslüman mahallesinde bir "jakoben" olarak doğup karga kovaladığı anlatılan Atatürk'e hiç benzemiyor değil mi?
Ancak Atatürk'ün içinde bulunduğu çağın kadına dair algılarına sahip olması gayet normal. 1800'lerin sonundan bahsediyoruz. Kadının gerçekten adı yok.
Garip olan bugün hâlâ, Demokrat Parti iktidara gelince yazılan Atatürk hikâyesinin dayatılması, hatta yasalarla korunması. Onun gerçek kişiliğine, politikalarına ve sonuçlarına dair resmi anlatının dışında soğukkanlı analizleri yapanların Atatürk düşmanı olarak yaftalanması.
Çünkü siyasette, medyada hiçbir vasıfları olmadığı hâlde yarattıkları Atatürk miti üzerinden geçinen tortunun onun insani vasıflarıyla tanınmasından ödü kopuyor.
Düşünsenize, içinde bulunduğu topluluğun değer yargılarına sahip bir Atatürk portresi ya daha geniş kesimler tarafından kabul görürse hâlleri nice olur? Ne ayrıcalıkları kalır değil mi?
***
SICAKTAN BUNALAN HALKA DEĞİL SAHİLLERİ PARSELLEYENLERE İKİ LAF EDİN
Caddebostan Plajı'ndan kalabalıkların fotoğraflarını paylaşanlar, "Ülke Hindistan'a döndü, şu rezalete bakar mısınız" diye yakınıyorlar.
Şehirler yaz sıcağında kavruluyor. Beton, cam ve demirden müteşekkil İstanbul'un sahilleri de 20 milyona yakın nüfusu kaldıramıyor. Kıyılar kimsenin babasının malı değil.
Ne yapsın insanlar? Parklara, kıyılara atıyorlar kendilerini.
Göz zevkimiz bozuluyor diyenlerin huzuru bulmaları zor. Yakalandıkları hastalığın tedavisi yok. Derdi halk sahilleri doldurunca İstanbul'da denize girememek olan vatandaş da Boğaz da dâhil tüm kıyıları gasp etmiş evlere, otellere, restoranlara, beach'lere baksın.
***
BU SICAKTA TRUMP BELGESELİ İYİ GİDER
Bu sıcaklarda parklarda, bahçelerde kalabalık etmeyeyim, evde oturayım diyorsanız "Trump: Bir Amerikan Rüyası" belgeselini tavsiye ederim.
Evet, biyografide Demokratlar'ın söylemi hâkim. Hikâye, Trump hakkında takıntılı gazetecilerin ve siyasilerin aşırı yorumlarıyla şekillendirilmiş. Ama bu taraflı bakış açısını göz önünde tutarak belgeselden 80'lerden beri ABD siyasetinin tam göbeğinde olan Trump hakkında çok şey öğrenmek mümkün.
Zira Türk kamuoyu Trump'ı yeterince tanımıyor. Trump adını 2016 seçimlerinde duyan medyamızın, bir aksilik olmazsa kasımda ABD'nin başına yeniden geçecek olan Trump hakkında anlattıkları vasatın altında.