Hafta başında 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle giriş yaptığım ve devam edeceğim dediğim tartışmaya gelelim.
Cumhuriyet'in 100. yıl kutlamaları "Kim daha Atatürkçü" yarışına sahne oldu.
Öncesinde marşların rekabet ettiği 29 Ekim gelip çatınca İletişim Başkanlığı'nın düzenlediği görkemli kutlamalar açık ara güne damgasını vurdu. Vatandaş Boğaz'a aktı. Gündüz donanmanın Boğaz'dan geçişi, gece düzenlenen başarılı drone gösterisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın saat 19.23'teki birkaç kez Atatürk'ten alıntılar yaptığı konuşması her kesimden vatandaş tarafından ilgiyle takip edildi.
Günlerdir, "İktidar 29 Ekim sönük geçsin istiyor" diyen muhalefetin temsilcisi İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun Maltepe'de düzenlediği konser ise ikinci planda kaldı.
Ancak CHP tabanı açığı sokakta kapattı. CHP'li belediyelerin dağıttığı üzerine Atatürk'ün resmi eklenmiş Türk bayraklarıyla meydanlardaki kitlenin içinde altlarını kalınca çizdiler. Sanırım seçim hezimetinin ardından muhalefetin üstüne çöken karamsarlık, dağılmışlık hissinin bu motivasyonda payı büyük.
Peki, Türkiye ikinci yüzüncü yılına da 29 Ekim 1923'ü milat kabul edip geçmiş bin yılını inkâr eden Jakobenizmin asgari müşterek olduğu vasat zeminde mi devam edecek?
Atatürk'ün öldüğü sabah, seçimsiz iktidarda kalmak isteyen bürokrasi tarafından ülkeye biçilen dar Kemalizm kaftanıyla mı dolaşacak; vakit kaybedecek?
"Medeniyet" sandığı Batı'ya "Biz Ortadoğululara benzemiyoruz" deyip şirin görünmek için yüzlerce yıllık birikimini, kültürünü, deneyimini inkâr edenlerin hegemonyasına teslim mi olacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 29 Ekim konuşmasındaki "Binlerce yıllık devlet geleneğimizin yeni halkası Cumhuriyetimiz ilk değil, en son devletimizdir. Milletimizin şanlı tarihinde dünyaya yön vermiş pek çok devletimiz vardır. Cumhuriyet bu kutlu yolculukta bir kopuş değil, tam tersine yeni bir filiz vermedir" vurgusu, Türkiye'nin ihtiyacı olan özgüvene dair umut veriyor.
***
MUHAFAZAKÂR KEMALİSTLER
Bu tartışmayı "Atatürk iyi çevresi kötü" klişesini tekrar etmek için yazmıyorum. Sadece, tarihimizin önemli bir dönemecine imza atan Atatürk, doğrusuyla yanlışıyla bu değil diyorum.
Zira yıllardır ilkokuldan itibaren anlatılan "hikâyenin" kendini çağdaş, modern Batılı hissetmek isteyen, kimlik arayışı içindeki kesimlere cevap veren, seküler motiflere sahip bir inanç sistemine dönüştüğünü görüyorum.
Toplumda, medyada, akademide taassup çok yoğun. Öyle ki Atatürk'le alakası ancak sembolizm düzeyinde olan Kemalizm'in 1940 model ritüelleri muhafazakâr camiada da yeniden keşfedilip tekrar ediliyor.
Bu durumun dışlanmama ya da meşruiyet arayışı gibi insani gerekçeleri olabilir. Ama yine de 29 Ekim, Cumhuriyet deyince aklına Atatürk'ün sevdiği şarkılar gelen muhafazakârlara, yeni trendler için Kemalistleri daha yakından izlemelerini tavsiye ederim. Demode görünüyorlar. Duymuyor musunuz artık tekno marşlar var.
***
BAŞKOMUTAN NEREDEYSE ORDU ORAYI SELAMLAR
Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yıldönümünde İstanbul'da gerçekleştirilen törenlerde, aralarında TCG Anadolu'nun da yer aldığı 100 askeri gemi Boğaz'da geçit töreni yaptı.
Gemiler olması gerektiği gibi, Vahdettin Köşkü'nde törende olan Cumhuriyet'in seçimle işbaşına gelmiş 12. Başkanı'nı selamladılar. Yani Atatürk'ün koltuğunda oturan Başkomutanlarını.
Atatürk'ten geçinen Kemalistlere göreyse donanma Dolmabahçe Sarayı'nı selamlamalıymış.
"Analizleri" göreceksiniz?
Anayasa'yı, teamülleri ya da Dolmabahçe'nin Anıtkabir olmadığını, tıpkı Vahdettin Köşkü gibi bir Osmanlı tarafından yapıldığını falan anlatmak faydasız. Zira en seküleri, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın büstü önünde ağlayarak secdeye varan Celal Şengör.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz