Türkiye Ukrayna'da patlak veren son büyük dünya krizinde arabuluculuk rolünü üstlenebilecek nadir ülkelerden.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ukrayna ve Rusya arasına gerilmiş ipte yürüyen Türkiye'nin dengesini korumayı başarıyor. Güçlü askeri ve ticari ilişkilerimizin olduğu iki ülkeyle kurduğu etkili diyalog kanallarını koruyor.
Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski'nin, Putin'in "Belarus'da görüşelim" teklifine ilk cevap olarak "İstanbul olsun" demesi, Kremlin'in Ankara'yla olan temasının aksamaması bu dengenin bir göstergesi...
Ne var ki ülkedeki NATO beslemesi muhalefet Türkiye'nin bu rasyonel pozisyonunu bozmak için elinden geleni yapıyor.
Öyle ki CHP'nin kanalı Halk TV başta olmak üzere muhalefet yandaşı kanallar, Bayraktar SİHA'larının gönüllü reklamını yapar halde...
Şaka yapmıyorum. Halk Tv'den Ukrayna'nın ağzından "Maşallah Bayraktar TB 2 SİHA'larına" diye KJ'ler atılıyor.
Propaganda o seviyedeki, SİHA'ların vurduklarının envanteri tutmakla görevli CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da topa girerse şaşırmayız.
Evet, akıllarınca Rusya ile olan diyaloğumuzu bozacaklar... Bu hedefin meşru muhalefetin, yandaş gazeteciliğin sınırları içinde olduğunu düşünüyorlar.
İşin kötüsü bu fondaş basının oltasına gelenler var...
Türkiye'nin Ukrayna'ya sattığı SİHA'ların "Rus askerlerini vurarak İdlib'de şehit olan askerlerimizin intikamını aldığı türünden" provokatif mesajlar milliyetçi ve ulusalcı görünen hesaplar tarafından yayılıyor.
Aman dikkat!
Türkiye'nin tarafsızlığına zarar verecek hamasetin tuzak olduğunu aklımızdan çıkartmamalıyız.
***
GODOT'YU BEKLERKEN
Darbe girişimi, pandemi, ekonomik bunalım, Ukrayna krizi üzerinden dolaşıma sokulan 3. Dünya Savaşı senaryoları derken herkesin ağzında "sırada ne var?" sorusu var.
Dün de sosyal medyada Kuzey Kore'nin füze denemesi haberi paylaşıp "Ne olacaksa olsun, bitse de gitsek artık" diye söylenenler vardı.
Dünyanın "cennet olmadığına" dair bu uyanışta pandeminin etkili olduğunu düşünüyorum.
Evet kimilerimiz için bu bir uyanış.
Zira çok değil ortalama bir insan ömrü kadar önce, Avrupa'nın göbeğinde insanların sabun yapıldığı toplama kamplarının kurulduğunu, Dresten'den Hiroşima'ya yüzbinlerce sivilin "intikam için" öldürüldüğünü adeta unutmuştuk.
Ancak, uyku mahmurluğundan mı dersiniz yoksa sersemlik mi bilmem, yıkıcı karamsarlığımız devam ediyor...
"Son bir şey olacak ve o da bize denk" gelecek beklentisi kolektif bir kaygı bozukluğu hali aldı.
Bu ruh halinden sıkılanlara ilk tavsiyem, ömrünün son günlerinde olanlara hayatlarının nasıl geçtiğini sormaları.
Ben her defasında "Beklemekten ömür nasıl geçti anlamadım" itirafını işitiyorum.