Günlerdir yazar Hasan Ali Toptaş hakkında sosyal medyada kampanya halinde (#metoo) paylaşılan taciz iddialarını tartışıyoruz. Toptaş'ın ardından başka erkek yazarlar hakkında da benzer iddialarda bulunuldu. Bu kişiler arasında adı geçen Ankaralı bir yayıncı da ne yazık ki intihar etti.
Günlerdir linç edilen, yayın evleriyle sözleşmeleri feshedilen Toptaş dün Milliyet'e konuştu. Öncelikle iddialar üzerine sosyal medyadan yaptığı açıklamanın yanlış anlaşıldığının altını çiziyor. "Özür dilemedim" diyor.
Yazarın, kendisi hakkında taciz iddiasında bulunan Pelin Buzluk'la ilgili verdiği şu ayrıntılar ise gerçekten dikkat çekici:
Şunu bir kere daha belirteyim, ben cinsel saldırıda bulunmadım, o banyoya kendini kilitlemedi, bunların hepsi hikâye. Oturduk, sohbet ettik. Varlık Yayınları'ndan ilk kitabı çıkmıştı, ikinci dosyasını yayımlayacak yayınevi arıyordu. Dosyayı okuttu bana daha sonra. Ben de Can Yayınları'ndaki arkadaşım Faruk Duman'ı aradım, ilgilenmelerini söyledim. Kitabını yayımladılar, sonra bir kitabını daha yayımladılar... Hadi diyelim oldu. Peki, benim evime gelip gidişinden epeyce bir süre sonra, neredeyse bir yıl sonra yayımlanan "Kolları Ölü Açıklığında" adlı kitabındaki öykülerden birini bana niye ithaf ediyor? Neden öykünün başına "Hasan Ali Toptaş sevgisiyle" ibaresini koyuyor?
Bakalım bu çelişkiyi de "Stockholm sendromu" geyikleriyle açıklamaya kalkan olacak mı?
Şaşırmayız.
"Kadının beyanı esastır" diyerek hukukun kadim eşitlik ilkesini çanına ot tıkamayı "pozitif ayrımcılık" diye tanımlamıyorlar mı?
Takıntılı, psikopat ya da kötü niyetli insanların sırf kadın diye otomatikman haklı kabul edilmesini "çağdaşlık normu" diye pazarlamıyorlar mı?
İnsanların hayatları, itibarları çocuk oyuncağı değil; her ne kadar "erkek" olsalar da...
***
N'APIYORSUNUZ ULA DEVRİMCİLER!
Gezi'de Kelebek'teki stil yazılarını bırakıp politika yazarlığına soyunan ancak doğal olarak tutunamayan Melis Alphan dün Twitter'da taciz tartışmalarına tam ortasından daldı. Şunları yazdı:
"Medya lağım çukurudur. Solcusu sağcısı fark etmiyor. Çalışma hayatımız, gençliğini doyasıya yaşayamamış devrimci abilerin tacizleriyle dolu."
Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele Tuuba'sındaki Deli Emin'i yâd etmenin tam zamanıdır:
"N'apıyorsunuz ula devrimciler?"
***
SERA HANIM PEKİ BU İSKANDİNAVLAR NİYE TECAVÜZ EDİYOR?
Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü CHP'deki taciz ve tecavüz iddialarıyla ilgili Meclis kürsüsünden şu savunmayı yapmıştı:
"Bakın şimdi, CHP'nin içinde taciz ve tecavüz vakaları oldu mu? Oldu. Tabii ki olacak. Toplumsal cinsiyet eşitliğine sahip olmayan bir ülkede yaşıyoruz. 18 yıldır sizin iktidarınızda yaşıyoruz."
Sosyal medyada dalga konusu olan bu sözleri üzerine vekilimize "Ne yani, tecavüzcüler AK Parti iktidarından mı tahrik oluyor diyorsunuz" diye sormuştum.
Yanıt gelmedi tabii.
Belki Euronews'in geçen yılki bir haberi netleşmesine yardımcı olur:
"Cinsiyet eşitliği açısından dünyanın en üst sıralarında yer almalarına rağmen dört İskandinav ülkesi Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İsveç'te cinsel saldırı ve tecavüz oranlarının yüksek olması dikkat çekiyor. Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, Amnesty International'ın 3 Nisan'da yayınlanan raporunun sonuçlarını "paradoks" olarak nitelendirdi."
***
MERKEL'İN İÇKİ YASAĞI DA İDEOLOJİK Mİ?
Pandemi yasaklarının yılmaz Sözcü'sü hafta sonu içki satışına getirilen sınırlamayı manşetten "ideolojik yasak" diye duyurdu.
Aynı Sözcü dün Almanya'da 16 Aralık'tan 10 Ocak'a kadar kamuya açık alanda alkol tüketilmesinin yasaklanmasını ise Başbakan Merkel'in "Mevcut koronavirüsü yasakları yetersizdi" sözleriyle izah ediyordu.
Dün de söyledim, bu düğümü çözecek olan her türlü asayiş tedbirini, yasağı ölümüne savunan Bilim Kurulu'muzdur. Hafta sonu marketlerde içki satışına getirilen yasak hakkında da "bilimsel bir fetva" versinler, Muharrem İnce'nin "şizofrenleri" rahatlasın. Sevaptır.