Bir sanatçının "üretemiyorum üretemiyorum" diye bağırmasından daha absürt bir şey varsa sanırım o da "ürettirmiyorlar ki" diye yakınmasıdır.
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, ünlülerin her gün ünlü kalma kaygısından kaynaklanan bu acıklı kabızlık hali daha görünür oldu.
Açın herhangi bir Facebook, Twitter, İnstagram hesabını, bakın...
Kaç tane kendini işiyle tarif eden, üreten "marjinal" var, bir bakın.
Tüm hesaplar, taşra parti teşkilatları münazarası gibi...
Basit politik mesajlar... Bol "kahrolsun"lu, "yaşasın"lı sloganlar...
Hep yükselen tarafa doğru yatarak... Ve hep yakınarak, sitem ederek, söylenerek...
Komedyen Cem Yılmaz'ın yeni filmi vizyona girerken, sosyal medya hesaplarına gala'nınki yerine, "Saray"dan gelen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu davetiyesinin resmini koyması mesela...
Dahası, altına "katılamayacağım" notunu düşerek mutlu sona bağlaması... Anlattığım ruh halinin son ve en karakteristik örneği olmalı.
Zira işlerin kesat gittiği son günlerde daha çocukça ya da daha görgüsüzce olanını bulmak kolay değil.
***
Ama bir de eskisi gibi filmleri, şarkılarıyla değil de
alelade siyasi dedikodularda taraf olup
itibarlarına jilet atmalarıyla gündeme gelen sanatçılarımıza sormalı değil mi?
Onlara bakarsanız, haklarında son dönemde gündeme gelen tüm eleştirinin kaynağı politik... Yeniden çok moda olan deyimle
"maksatlı." Mesela seçimlerde sahneye fırlayıp tuttuğu parti için açıkça oy isteyen
Athena Gökhan...
Seçimden sonra vakit kaybetmeden, destek mesajları unutulmadan o partinin kazandığı Belediye'ye konser vermesi normalmiş gibi, kendisini eleştirenlere kızıyor.
Mesele politik değil, zaten politika bu değil arkadaş.
Sürekli didaktik bir dilde öğütler verdiğin gençler, senin yeni tanıştığın 1984'leri falan klasik diye okumuyorlar bile.
İnsanlar sadece, "Be adam bari biraz bekle de sonra
ücret mukabilinde şarkı söyle, baş başa yemeklerde selfieler çektiğin sevgili belediye başkanına" diyorlar.
***
Yani kızdıkları şey tek kelimeyle
çiğlik.
İnsani bir şeyden bahsediyorum.
Tıpkı kabızlık ve tezahürleri gibi...
Ama tabii çok da üzerlerine gitmemek lazım. Ne de olsa rol modelleri memleketteki duayenler... Boynuz olsalar da geçecekleri kulak belli...
Öyle ya, kendi adına açılan sanat merkezinin kapısına dikilen heykel tıraşa "
yahu sen ne yapıyorsun" diyemeyen Zülfü Livaneli gibi işçi dostu, solcu, halkçı sanatçılarımız, ustalarımız var bizim.
Evet, evet, Zülfü Bey'in
elini dengiymiş gibi
Nazım Hikmet'in omzuna koyduğu o heykelden bahsediyorum.
Ankaralılar görmedilerse gidip mutlaka görsünler...
Söylediklerim bir anda gözlerinin önünde canlanacak.
Garanti ediyorum.
Bu arada Zülfü Bey
hakikaten niçin? Neden kabul
ettiniz bu pozu?
Lütfen, "
heykeltıraş arkadaşı kırmak istemedim, çünkü onun da mavi hayalleri vardı" falan deyin,
söz inanacağız.
Bunu da garanti ediyorum.